Sanat tarihinde simgesel bir yeri olan Johannes Vermeer’in 1665 tarihli İnci Küpeli Kız tablosu, yalnızca estetik bir portre değil; kadın, zarafet, gizem ve mahremiyetin de görsel bir temsilidir. Başındaki basit türban, dik omuzları ve göz alıcı inci küpesiyle bu figür, izleyicide hem çekicilik hem de soru işareti uyandırır:
Bu genç kadın kimdi ve nereye bakıyordu?
Bu resim, çağının kadın algısını yansıtırken, günümüz kadın temsillerine uzanan tartışmalar için de bir zemin sunar. İnci Küpeli Kız portresinden yola çıkarak, kadın bedeni ve kıyafet arasındaki tarihsel bağı, dinî ve kültürel temellerini, Türkiye özelinde giyinmenin toplumsal dönüşümünü son olarak YKS sınavına iç çamaşırı ile gelerek küpesini çıkaramayan kızı ele alalım.
Adem ile Havva'dan Günümüze: Giyinmenin Kökeni
Hristiyan kutsal metinlerine göre, insanlık tarihinin ilk figürleri olan Adem ve Havva, cennette yasaklı meyveyi yedikten sonra çıplak olduklarını fark edip incir yapraklarıyla örtünmeye çalıştılar (Tekvin 3:7).
Bu anlatı, çıplaklığın mahremiyet ve günahla ilişkilendirildiği ilk örneklerden biri olarak kabul edilir. Giyinmek, böylece sadece fiziksel bir örtünme değil, ahlakî ve toplumsal bir gereklilik olarak da doğmuştur.
Antik Yunan’dan Roma’ya, Orta Çağ’dan Rönesans’a kadar kadın bedeni üzerindeki denetim, giyinme biçimleriyle dışa vurulmuştur. Özellikle Orta Çağ Hristiyan toplumlarında ve sonrasında İslam dünyasında, kadının giyimi ahlaki düzenin aynası olarak görülmüştür. Bu anlayış, modernite ile esnemiş, fakat yok olmamıştır.
Kraliyetler ve Zarif Örtünme
Tarih boyunca Avrupa kraliyet ailesi kadınları, örtünmeyi bir itibar göstergesi olarak benimsemişlerdir. Kraliçe Victoria'dan günümüz İngiltere prenseslerine kadar, kollu, uzun elbiseler, şapka ya da başlık kullanımı, yalnızca zarafet değil, mahremiyetin ve "krallığa yakışan" duruşun da bir simgesidir. Bu kadınların modern moda içinde bile “açıklık” yarışına girmemesi, giyinmenin bir gelenek, bir kimlik, hatta bir etik mesele olduğuna işaret eder.
Türkiye’de Kadın ve "Açılmanın" Evirilişi: Modern Teşhircilik mi, Bireysel Özgürlük mü?
Türkiye’de Giyinmenin Anlamı
Modern Türkiye’de kadın giyimi, Cumhuriyet’le birlikte bireysel bir ifade alanına dönüşmüştür. Başlangıçta özgürleşme ve çağdaşlaşma ile özdeşleşen "açılma" (örtünmemek), 1980 sonrası kitle iletişim araçlarının yaygınlaşmasıyla farklı bir yöne evrilmiştir. Moda ve medya, bedeni sergilemeyi “özgürlük”le eşitlemiş; ne yazık ki bu süreçte giyinmenin anlamı içselleştirme yerine, teşhircilik ve görsel haz nesnesi olma düzlemine kaymıştır.
Bu evirilişin toplumsal yansıması, özellikle genç kuşaklar arasında gözlemlenmektedir. Mahremiyetin sınırları sosyal medya estetiğiyle bulanıklaşmış, çıplaklık ise “cesaret” ya da “özgünlük” gibi kavramlarla meşrulaştırılmaya çalışılmıştır.
Bir YKS Olayı: Küpesiyle Giremeyen Genç Kız
Kameralara yansıyan olayda, YKS sınavının ilk oturumuna katılmak için okula gelen genç kız, yönetmelikte açıkça belirtilen ve takı ile sınava girilemeyeceği yazılı olduğu halde kulağında küpe ile geliyor. Sınav görevlilerinin uzun uğraşlarına rağmen (!) rağmen küpe bir türlü çıkmıyor. Sınav görevlilerinin bir görevi de küpe ve takı çıkarmak mıdır? O ada ayrı bir mevzu tabi... Bu ya üzerinde iyi çalışılmış bir senaryo ya da sınav yönetmeliğini okuma zahmetine bile girmeyen bir kadının hikayesine dönüşüyor zira yönetmelikte takı ile sınava katılım sağlanamayacağı konusunda uyarılar bulunuyor. Asıl dikkat çeken ise sınava küpe ile gelmiş olmasından ziyade iç çamaşırı ve üstünde sadece sırtını ve kollarını kapatan bir gömlek olmuş olması idi. Olayın görselleri yayıldıktan sonra kamuoyunda ikiye bölünen bir tartışma başladı: Kimi, genç kızın bu davranışını "özgürlük" olarak savundu, kimi ise "sınavın ciddiyeti ve toplumsal değerlere saygısızlık" olarak yorumladı. Sınava katılan öğrencilerin dikkatini dağıtma olasığılı da cabası.
Bu örnek, aslında yukarıda sözünü ettiğimiz kadın bedeni ve giyinme konusundaki tarihsel gerilimin güncel bir yansımasıdır. Küpe –tıpkı Vermeer’in tablosundaki gibi– burada da yalnızca bir aksesuar değil, simgesel bir sınır çizgisine dönüşmüştür: Ne giymeli? Ne zaman? Nerede? Kim için?
Giyinmek: Bir Kimlik, Bir Sınır, Bir Duruş
Moda mı Mahremiyet mi? Türkiye’de Kadın Giyiminin Çelişkileri
Giyinmek yalnızca örtünmek değil; bir mesaj vermektir. Kadın ya da erkek, hangi kültürde, hangi inanç sisteminde yaşarsa yaşasın, kıyafet seçimiyle bir duruş sergiler. Sanatta bu duruş zarafeti yüceltirken, modern hayatta zaman zaman gösterişin, teşhirin ya da isyanın aracı olabilmektedir.
Özellikle Türkiye gibi kültürel olarak hem Doğulu hem Batılı kimlik taşıyan toplumlarda, kadın giyimi hem bireysel hem de kamusal alanda her zaman tartışma konusu olmuştur. Ancak unutulmaması gereken şudur: Mahremiyetin değeri; teşhircilik ile şehveti amaçlamayan, giyinmenin, sadece gözden saklama değil, zihinsel bir saygı alanı oluşturma aracı olmasıdır.
Belki de Vermeer’in İnci Küpeli Kızı bu nedenle hâlâ bakışları üzerinde toplar. Çünkü o, sessiz ama güçlü bir soruyu dile getirir: "Bakıyor muyum, yoksa bakılmak için mi buradayım?"
Selam ve selametle...