guldalicoskun @ hotmail.com


Geçen haftaki yazımı gazeteye yolladıktan sonra, Ankara’da hepimizi üzen o korkunç terör olayı meydana geldi. Öncelikle, bu katliamda, hayatını kaybedenlere rahmet, yakınlarına başsağlığı ve yaralılara da acil şifalar dilerim.

Terörün bir çok tanımı yapılabilir. En basit tanımı, şiddeti ve onun sonuçlarını kullanarak beğenmediği düzeni yıkmak ve kendi düzenini kurmak-dayatmak için tercih edilen bir yöntemdir. Son derece ince planlanıp, eylemin kendisinden çok sonuçlarına yatırım yapılır. Dolayısıyla hedef, çoğunlukla mağdur olan-katledilen kişilerin birincil kimlikleri değildir. Yani şahıslarla değil, o şahısların katledildiğinde toplumdaki yansımalarıyla ilgilenilir.

Yıkmak istediği düzen ya da iktidara karşı terör eylemleri olduğu gibi, “tehlikeli” görülen bazı düşüncelere karşı da toplumda bir korku oluşturmak amaçlı terör eylemleri olabilir. İkinci tarz terör eylemleri daha çok, tek tip düşünce-ideolojiye dayalı yönetim biçimlerinde, bizde çokça örneğine rastladığımız Çorum, Maraş, Başbağlar, Madımak ve Abdi İpekçi, Mumcu, Kışlalı, Üçok, Dink, Zirve Yayınevi, Danıştay cinayetleri gibi terör eylemleridir. Bu eylemlerde amaç, ortamı terörize ederek darbe zemini hazırlamaktı. Mumcu’yu bizzat derin devlet eliyle vurdurup, şimşekleri o zaman için tehlikeli gördükleri İslamcıların üzerine çekmekti. Bu, devlet içine yerleşmiş (NATO konseptiyle başlamış) gladyonun, kendi için tehlikeli gördüğü odakları, çeşitli yöntemleri kullanarak etkisizleştirmesiydi. Başta İtalya olmak üzere, devlet içindeki bu yapılarla savaşılarak büyük oranda temizlendi. Türkiye’de ise bu konuda ilk itiraf Ecevit’ten gelmiş, Madımak olayında SHP’li Erdal İnönü, resmen çeteleri görünce kaçmıştı. Darbeler, krizler, faili meçhuller, acılar…

Gelinen süreci hep birlikte yaşadık. Bir irade koyduk ortaya ve bir mücadele başlattık. Haklı bir mücadeleyi, bir kesimin devlete egemen olup, o çetelerin yerini alma isteği zedeledi. Kurunun yanında yaşın da yandığı, ciddi hukuksuzlukların yaşandığı çıktıysa da ortaya, yağmurdan kaçarken az daha doluya tutulmak üzereyken, deşifre oldular.

Eğer başarılı olsalardı, şimdi başta Kürtler olmak üzere, bir çok demokrat kimlikli insan, ya kim vurduya gitmişti, ya da hapiste işkence görüyor olacaktı.

Yaşadık değil mi bunları!?

Hani şu an Doğu’da, terör ve şiddete, her türlü tahrik söylemine, yalan-yanlış çarpıtma ve manipülatif haberlere rağmen, bir türlü ‘90’ların devletini göremeyen PKK ve onun siyasi uzantısı HDP’lilerin de sorduğu soru bu değil mi! Evet, yaşadık ya! 

Buradaki püf nokta “yaşadık” kelimesinde. Diğer püf nokta da derin devlet destekçisi medya ve adına “sol” diyen faşistlerle izdivacınızdır efendim. Yani içimizdeki savaş, boyut değiştirerek devam ediyor. İçinde bulunduğumuz karışık coğrafya, emperyallerin yeni paylaşım kavgalarına sahne oluyor. Kan gölüne dönmüş bölgede PKK/PYD ve DAEŞ gibi onlarca terör örgütü cirit atarken hadi gelin terörü yatıralım masaya!

Bölgede, tek istikrar abidesi olmakla beraber; İslam ile demokrasinin uyumunu gösteren, yüz yıllık sorunlarını çözmekten kaçınmayan, BM ve Batının çifte standardına kafa tutan bir ülke, kimler için sevimsiz ve istenmeyen olabilir, buyurunuz konuşalım! İran, Suriye, Batı, ABD, İsrail, DAEŞ, PKK/PYD, Paralel yapı, DHKP-C, ilk akla gelenler. Çok değilmiş! Emir erleri ve “onların çocukları da” emekli olunca, işi başka profesyonellere havale etme planı klasörde yerini almış olmalı. Şimdi tüm bunları, bilemeyen bir Kürt siyaseti var, öyle mi! Tüm yaşananları unutmuş, çağdışı ideolojisini Kürt halkına dayatan, yarım saat arayla seri yalanlar söyleyen, pişkinlikte sınırsız bir Kürt siyaseti var öyle mi! Şimdi ilk defa devletin en tepesinde bile (ki olması gereken) Kürtlere saygı duyulmasına rağmen, bundan her nedense rahatsız olan bir Kürt siyaseti var öyle mi! Ve aslında şimdi, derin devletin Kürt tarafı ve Fırat’ın öbür yakasının temsilcisi olduğunu bildiğimiz bir Kürt siyaseti var!

Gelelim Ankara Katliamına... Öncelikle patlama miting alanında olmadı. Orada insanların aranması mümkün değildi. Hoş aramaya kalkılsa da bu sefer yine olay çıkarırlardı. Suruç’ta Kültür Merkezine girenleri polise aratmayanlar da kendileri değil mi? Velev ki, önceden ihbar alındı ve izin verilmedi, yine devlet ‘faşist’ olmayacak mıydı? Dünya kadar seçenek de sunsanız, tek ilkeleri ölümüne nefret ve karşıtlık olunca, mantık aramak yersiz oluyor. DHKP-C, savcıyı öldürdüğünde, artan güvenlik önlemlerine ilk karşı çıkan yine bu zihniyet ve avukatları değil miydi? Ha pardon, galiba savcı, solcu değildi!

Bu kullanışlı halleri ve bitmek bilmez düşmanlıkları, terör için ciddi ve oldukça fonksiyonel bir malzeme. Hani koca koca mürekkep yalamış adamlar da soruyor ya; neden hep bunların toplantılarında bombalar patlıyormuş, “diğerlerinin” mitinglerinde olmuyormuş diye!

Diğerleri dedikleri gruplar, yukarıdaki mücadeleyi destekleyen yerde olup, süreci doğru okudukları için, terörün hedef aldığı devleti/hükümeti değil, terör ve teröristi suçlar ki, bu da terörün işine gelmez.

Neydi terörün amacı; infial yaratmak, hayatı felç etmek, sistemi işlemez hale getirmek!

Haydi boykot edin, devlete küfredin; itaatkârlığınıza hayran kalsın terör!