guldalicoskun @ hotmail.com
Tabii burada, gerçekten başaran halk mı, yoksa kendiliğinden başlayan Arap Baharı’nın kontrol altına alınıp, mecrasına hâkim olmak mıydı, o zaman okunamasa da daha sonra, öyle olduğu görülmekte.

Mühendis olan ve akademik kariyerini ABD’de yapıp, ülkesine dönerek bu alanda çalışmayı seçen Mursi, 2000-2005 yılları arasında meclise bağımsız olarak girer. 2011’de Arap baharının etkisiyle başlayan ayaklanmada muhalifler arasında yer alır. Tahrir, Mübarek’i devirmeyi başarır. Tabii burada, gerçekten başaran halk mı, yoksa kendiliğinden başlayan Arap Baharı’nın kontrol altına alınıp, mecrasına hâkim olmak mıydı, o zaman okunamasa da daha sonra, öyle olduğu görülmekte.

Mübarek gitmişti. Ancak Mısır’daki devlette öyle bir yapılanma vardı ki, gelenin uyum sağlamaktan başka şansı olamazdı; mücadele edilecekse de çok iyi hazırlanılmış olması gerekiyordu. Ordu, yargı, medya çevresi ve Mübarek’e yakın olanların bir rant bölüşümü söz konusu. Halkı oldukça fakir ve gelir dağılımında uçurum olan Mısır’da büyük çoğunluk, günlük 2 doların altında bir parayla geçinir. Halk arasında, Sam Amca ve İsrail politikalarına karşı koyacak birinin olamadığı düşüncesi hâkim olduğundan, seçimlere iştirak son derece düşüktür. Bu bilinirken, yüzde 50 katılımın olduğu bir seçimde Mursi’nin yüzde 52 oy almasının meşruluğunun tartışılması, kendilerini kandırmaktır.

Mısır’ın ilk seçilmiş Cumhurbaşkanı olan Mursi’ye, daha ilk günden engel olunmaya başladı. Kemikleşmiş bir yapı vardı.  Asker, yargı, emniyet, laik-seküler güçler ve Mübarek yanlısı bürokratlar ile karşı karşıya geldi.

Mısır ordusu, 1952 Hür Subaylar Devrimi ile ekonomide büyük oranda etkili olmuştu. Toprak Planlama Otoritesi’ne göre, ülke topraklarının %87’lik kısmı üzerinde ordunun defacto kontolü var ve bu alanlarda tüm sivil projelerin yürütülmesi ulusal güvenlik çerçevesinde ordunun insiyatifinde olup, eğlenceden, sanayi sektörüne, enerjiden, gıda ve tarıma kadar bir çok sektörün içinde söz sahibidir. Dolayısıyla, iktidarın büyük ortağı ve onunla uzlaşmamak, iktidardan düşmek demektir. Nitekim, Mursi’nin, devlet kurumlarında yetki düzenleme- erkler ayrılığı ve bağımsızlığı, iktisadi konulardaki planları, başta ordu, Anayasa mahkemesi ve oligarşinin işine gelmeyecekti.

Tüm karşıtlarıyla uğraşmak zor olacağından Mursi, ordu ile siyasete karışmama ama iktisadi faaliyetlerinde serbest olması koşuluyla anlaştı. Ancak bu da destekleyenler tarafında başlayan sıkıntılardan ilkiydi. Kendisini koruyan, yasalar çıkarması (aslında buna mecburdu fakat islamofobiklere anlatmak imkansızdı) da diktatörlük algısını besledi. Yaptığı Anayasa, referandumda oy almasına ve eski Anayasadan daha iyi ve hatta bir takım azınlıkların da hakları teslim edilmesine rağmen, kimseyi memnun etmedi.  İçerikten çok şekle bakıldı ve İslamcıların yapmış olması bile dayatmacılık algısını besledi. (CHP, alkolü yasaklarsa sorun yok örn.gb)

İç güvenlik konusunda ve halkın emniyetinde, defalarca bakanın değiştirilmesine rağmen başarı sağlanamadı. Hatta Sina’ya yapılan devlet denetimindeki müdahale, gerginliğin artmasına neden oldu. Hristiyanlara, kiliselere yapılan çeşitli saldırılar da İhvan’ın üzerine yıkıldı. (çok tanıdık değil mi)

Gıda fiyatlarındaki artış, elektrik-su kesintileri, benzin kuyrukları zaten yoksulluktan bunalmış halkın da umutlarının tükenip, karşıt tarafa geçmesine neden oldu. Muhalefet ve son derece planlı yayın yapan egemenlerin basını da her türlü negatif algıyı besledi.

Dokuz ay gibi kısa bir sürede,  Mursi’yi iş göremez hale getirmek için, devlet içindeki düzenin bozulmasından rahatsız olacak tüm güçler elinden geleni yaptı. Karşıt olan ciddi bir kesimin yanına, bizdeki eski zamanlara benzer, (yağ-şeker-tüp kuyrukları) halkı bıktıran yöntemlere başvurarak, yoksul ve yorgun kesimi de ekleyerek, Tahrir Meydanı’nda birbirine benzemez insanların bir araya gelmesini sağladılar ve Mursi’yi indirdiler. Saçma bir casusluk davasının yanı sıra, cezaevi baskınları gibi iki davadan yargılanarak, idama mâhkum edildi. İkinci davadaki, hapisten kaçanlara göz yuman polislere dokunulmaması, akla Menderes’i asmak için uydurulan davaları getiriyor.

Sonuçta, askeri darbeye tek tutarlı ve sert tepki Türkiye’den geldi. Arap ülkeleri bile, demokrasiyi kendileri için tehdit olarak algıladı ve Sisi ile anlaşmayı seçtiler. (son zamanlarda çark edenler olsa da) Batı, yine ikiyüzlülüğünü gösterdi ve “endişe” etmekle yetindi. Şimdi de idam kararından “endişelilermiş”!

Batı, Müslümanın darbecisini, diktatörünü ve ittifak edebileceği, önce ülkesinin değil, onun çıkarını koruyanını sever. Sevmediği Müslümansa, demokrasi ile uyum gösterip, çağı yakalayıp, gelişme gösteren Müslüman. Çünkü, medeniyetlerine ancak böyle bir Müslümanlık zarar vereceği “endişesi” taşırlar. Bu yüzden de bölgede İslami siyaseti, engelleyip, halkın radikalleşmesini ve düşmanının kendisini yok etmesini tercih eden politikalar güder. Dayar bıçağı boyuna ve ya ölür, ya öldürürsün der.

Mursi, bir şanstı ve Mısır da önemli bir rolü bir kez daha ıskaladı. Arap ülkelerinin lideri olma özelliğinden dolayı, buradaki batı oyunları tüm ihtişamıyla sürecektir. Üzülüp, isyan etmek yerine, eksiklerimizi konuşmak daha yerinde değil mi?


guldalicoskun@hotmail.com