guldalicoskun @ hotmail.com

Öyle günler yaşıyoruz ki; ne sosyoloji ne de siyaset bilimi, ben buradayım, aç oku diyebiliyor.
Kaldı ki; anlı şanlı sosyologlarımız, pek meşhur siyaset bilimcilerimiz ve taze siyasetçilerimiz, diplomalarını kenar süsü yapıp, “Ali topu tut”,  “oya sütünü iç.” fişlerinden hallice, sıfat ve dolaylı tümleçler de ekleyerek, iktidarlarını kaybetmenin acısıyla, “derin cümleler” kurdular..
 
Alışık değildik elbet, “derin cümlelerin” buralarda kurulmasına; bir şaşkınlık önce..
Hele bir duralım dedik; siyaset, bu coğrafyada pek bir oryantal havalarda..

Görünürde yorucu ve yıpratıcı olduğu muhakkak, ancak ilerleyen zamanlarda ders olarak okutulacak örnek bir süreçten geçiliyor. İlk şaşkınlıktan sonra, en azından yüz yıl geriden başlayarak olayları, süreci ve aktörleri okumaya başladığınızda, resimdeki fluluk kayboluyor renkler, yerli yerine oturuyor.

Fakat, hakkını teslim etmek lazım, şapka çıkarılası bir başarıdır Kemalizm ideolojisi. Karşı çıkanı önce katledip, kalanlarını da öyle bir tornadan geçirdi ki, kendine âşık etti.
Alevilerin, Türk Solunun, CHP-MHP’nin ve merkez medyanın, ideoloji bekçiliğini biliyorduk da, Cemaat, MG’ci biziz diyen Saadet Partisi ve aydınları yeni yeni kabullenmeye başlamışken, tek sağlam kalan bunun için yıllarca mücadele eden, hatta devleti çözüme zorlayan Kürtlerin en büyük temsilcisi HDP-PKK da çıkınca sahneye, bir şok etkisi yarattı.

Öcalan ile yürütülen sürecin bir parçasıydı BDP’nin etnik siyaseti bırakıp, halkların kardeşliğinden yola çıkarak, Türkiyelileşmek-kitle partisi olmak. Muhalefet sorunu yaşayan Türkiye için bu umut oldu ve eksik bir sol çizginin (bana göre eksik değil, bu ayrı yazı konusu) alternatif politikaların beklentisine girildi.


Tebrik etmek gerekir ki hayli Türkiyelileşildi! Statükonun bekçiliği listesine çoşkuyla-alkışlarla, cici Türkler’in desteğiyle eklendiler. Dersiniz otuz yıl, elli bin canın ölmesine neden olanlar,  bu statükoyu koruyanlar değilmiş. Aslında çok bir beklenti yokmuş ve aslında kurmak istedikleri kendi hegemonyalarıymış. Defalarca kesintiye uğrayan süreç (Özal-Erbakan-Erdoğan hükümetleri), nasılsa yine uğrayacaktı kendilerince ve beklenmiyordu bu kez halkın da desteğiyle, ciddi bir iradenin ortaya konması. Beklenmiyordu değil sadece, istenmiyordu da, çünkü açıklık-demokrasi işine gelmez bu yapıların. Büyük düşmana karşı etnik kitleni konsolide etmek, gençleri ikna etmek, eski TC’nin de ceberrut duruşuyla kolaydı. Sonrası, emek ister, ezber bozulsun ister, halkına bir şeylerin sunulmasını gerektirir. Mutlaka konjonktürel değişim olacaktı; oldu da. Birleşik Kürdistan çizgisinden, Türkiyelileşme çizgisine gelindi. Elbette süreç içinde, bölge gerçekleri ve halkın diğer üç parçaya göre sistemle daha fazla entegre olması, bazı taleplerinin karşılanması, özellikle son yıllarda inkâr ve asimilasyon politikalarının sona erdirilip, kimlik ve dillerine saygı duyulmasıyla, bu makul bir çizgiydi. Makul olmayan, şaşkınlık yaratan, eski Türkiye aktörlerinin, kendileri gibi olmayanı yok hükmünde sayan, ötekileştirenlerin safında yer tutmasıydı.
 
Kitlesini, hiç sorgulamayan (hoş; Doğu’da ve Batı’da ayrı dil kullanılıyor) ve asabiyet etkisinin dışında bakamayan, özellikle vesayetin dört ayağından aslında ilk ayağı olan medyanın diliyle paralel bir söylemle, siyaset biliminde yeri olmayan kişisel bir nefret ve karşıtlık söyleminin merkezinde konumlandırmayı başardı.. Klişe cümleler ve altını dolduramadığı boş vaadlerle,  devletin kurucu partisi CHP ile aynı çizgiye geldi.. Mecliste iken, baraj için hiçbir çalışmada bulunmayan, dile getirmeyen HDP’ye şark usulü bir kahramanlık gerekiyordu, bulundu. Esas oğlan dağları delecekti ve kült olacaktı. Maksat; üzüm yemek olmayınca, ilmik ilmik dokunan ve içerde-dışarıda her türlü direnişe karşın, on yıl öncesine göre hayal edilemeyecek aşamalar kaydeden bir konunun çözümünü kim takardı.
 
Hani şaşkın ve inanmak istemiyor ya insan, beden diline bakıyorum, (eş başkanları ve bilumum kıymeti kendinden menkul oluşumlara  aldırmadan) ve Demirtaş’ın çok eğlendiğini fark ediyorum. Üç ihtimal canlanıyor kafamda. Ya kendisine Öcalan tarafından verilen bir vazifeyi yerine getiriyor ya bizim baş döndüren beyazların gazıyla ve  Can Yücel’in dediği gibi, eninde sonunda kürkçü dükkanı dönen “solaki tilkilerden” oluyor  ya da bu bir Öcalan’ı by-pass etme  operasyonudur..
 
Üç seçeneğin de birbiriyle bu derece zıt olması da durumun vahametini gösteriyor. Kürtlerden nefret edenlerin, bırakın meclise girmesine aynı şehirde bile görmek istemeyenlerin, “Türkiye Türklerindir” mottolu gazete, Cumhuriyet, Cemaat, CHP, MHP, Saadet Partisi, The Guardian, NY Tımes, Ekonomist gibi gizli-açık ne kadar düzen koruyucu varsa onların rüzgarıyla coşmuş bir Demirtaş var karşımızda. Meclise girmek için bunların oyuna hiç ihtiyaç yoktu, pek ala bağımsız girip, grup oluşturup, ilk fırsatta Yeni Anayasa ile gidilecek yol çok daha saygın ve etkili olurdu. Asıl o zaman kahraman olur ve asıl o zaman kitle partisi olmanın alt yapısını oluşturmuş olurdu.

Bu derece makyavelist bir tutum, Kürt olmanın, bu topraklarda Kürt olmanın ve bunca acının üstüne, eşyanın tabiatına aykırı gibi bir şey. Tek olumlu tarafı, bu statükocu cenahın kimyalarını bozmuş olmak ve Fazıl Say’dan bile Kürt halkının da temsile ihtiyacı var, oy verin çağrısı yapması. Öcalan’ın verdiği görev belki de buydu, malum nefreti ve karşıtlığı kullanarak, onları dolaylı bir şekilde sürecin içine çekmek. İhtimali düşük bu seçeneği tercih ederken, hayal kırıklığı ve şaşkınlığımızı, ancak bunun bitireceğini düşünüyoruz.. Yok bu bir by-pass meselesi ise, Öcalan’ın da bir planı olacağını bilmeleri gerekir. Kandil’in ısrarla kongreyi toplamaması, silahların bırakılmaması, Gezi, Cemaat gibi konularda Öcalan ile HDP çizgi farkı, AK Parti ile herhangi bir koalisyonu kesin dille reddederken, diğerleriyle flört hallerini, filmin sonuna odaklanmış bir heyecanla izliyoruz.


Eğer bu bir takım çevrelerin gazına gelmekse…
Ezilmişin psikolojisini iyi bilir "beyaz hemşerilerim".. Önce göklere çıkartırlar, başı döner ezilmişin; bilinçaltına işlemiş, hatta kanıksanmış ötekililiğinden kurtulduğunu sanır bir nebze.. Uyuşturucu etkili övgülere mazhar olmak için daha daha daha fazla şirinlikler yapar. Aslında ben de sizin gibiyim türünden  parendeler atılır.
Başardım sanır “öteki”! Yanıldığını anladığında, ne öteki, ne de beriki olur.. Asimilasyon bile daha evladır bu halden. Zira; bir ihtimal vardır.
Mesele çözülünceye kadar Kürt olan bizim gibiler için; dost acı söyler, bir cümle değildir sadece ve “tekerrür eden tarih değil, insanların aptallığıdır” diyen Çetin Altan da laf olsun diye kurmamış cümlesini..
 
Hakkın sahibini bulması dileğiyle…
 
 
 
guldalicoskun@hormail.com
 
 twitter.com/gulcoskun34