Son zamanlarda ciddi tehlike oluşturan sokak hayvanlarına ilişkin değerlendirmelerde bulunan HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, “Sokak hayvanları uygun şartlarda, uygun ortamlarda insanlara tehlike oluşturmayacak şekilde muhafaza edilmelidir” dedi.

Adana’da yayın yapan Vuslat FM’in konuğu olan HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, birçok konuda önemli değerlendirmelerde bulundu. Yapıcıoğlu, kadına şiddet, ekonomi politikası, emekli maaşı, dolar kuru, Türkiye’nin dış borcu, başıboş sokak köpekleri sorunu, gençlerin durumu ile Adana’nın sorunları gibi konularda çarpıcı açıklamalar yaptı.

9 yıllık bir sürede siyasete damga vurduklarını söyleyen Yapıcıoğlu, HÜDA PAR’ın özgül ağırlığının hissedildiğinin altını çizdi.

Yapıcıoğlu, “Kadını korumanın, kadına yönelik şiddeti durdurmanın tek yolu aileyi çökertmek değildir. Kadına yönelik şiddeti durduralım ama bunun için aileyi yıkmayalım. Aileyi yıkmadan da bunu yapabiliriz. Elhamdülillah o konuda da önemli bir mesafe kat ettiğimizi düşünüyorum. İslami bir toplum oluşturma ve siyasetin de meşru sınırları içerisinde biz mücadelemizi devam ettireceğiz. Bu konuda da epey bir mesafe alabileceğimizi düşünüyorum. Eğer nihai amaca ulaşamasak bile ciddi anlamda bir mesafe kat edebileceğimizi düşünüyorum. Neticede insan gücünün yettiğiyle sorumludur. Gücümüz yeterse inşallah biz onların gerçekleştirmek için mücadelemizi devam ettireceğiz.” dedi.

“Faizsiz bir ekonomik sistem gelmeli”

Ekonomi politikaları hakkında HÜDA PAR'ın duruşu nedir? Sizin görüşünüz nedir?

Partimizi kurduğumuz dönemden beri diyoruz ki Kapitalizm can çekişiyor. Ama gelinen süreçte şu anda kapitalist sistemin de çöküşünün seslerini, çatırtılarını duyuyoruz. İnsani olmayan Komünist ve Kapitalist sistemler, biri ifrat, diğeri tefrit, uçlarda dolaşan bu iki sistem de çöküşe mahkumdu ve çökecektir. Bunun yerine insan fıtratına uygun olan bir iktisat modelinin mutlaka uygulanması gerekir diyoruz ve iktisat sisteminin, ekonomi sisteminin eğer temel hedefi insana hizmet ise o zaman daha çok istihdam, üretme, insanları yokluktan, yoksulluktan kurtarma hedefi olmalıdır. Böyle bir iktisat modeli de mutlaka faizi dışlamalıdır.

Sayın Cumhurbaşkanı'nın bir söylemi vardı; ‘faiz sebep, enflasyon sonuçtur.’ Pek çok kişi buna saldırdı. ‘Siz ekonomi ilmine aykırı bir şey söylüyorsunuz’ diye. Biz de dedik ki bu söz doğrudur ama eksiktir. Çünkü faiz sadece enflasyon sebebi değildir. Faiz aynı zamanda işsizliğin de sebebidir. Faiz aynı zamanda gelir dağılımındaki adaletsizliğin sebebidir. Faiz aynı zamanda birçok insanın açlık sınırının altında yaşamasına sebep olan şeydir. Çünkü kapitalist sistemin merkezinde olan kurumlardan bir tanesi faizdir ve bu faiz aslında sermayeyi biriktiren kapital sahibi olan insanların diğerlerinin emeğini, alın terini, onların yeraltı ve yerüstü zenginlik kaynaklarını sömürmesinin aracıdır. Faizsiz bir sistem gelmelidir diyoruz. Üreterek büyümek gerekir diyoruz.

“Emekliler açlıkla imtihan edilmemeli”

Geçtiğimiz günlerde asgari ücret açıklandı. Açıklanmadan önce sizin en az dört bin lira olmalı gibi bir açıklamanız vardı. Şimdi bu son günlerde de başta emekli maaşı, akabinde de memur maaşlarına yapılacak zamlar konuşuluyor. Bu konuda bir görüşünüz var mı? Yani asgari ücret gibi şu kadar olmalı veya şu oranda yükseltilmeli gibi bir görüşünüz var mı?

Asgari ücretle ilgili söylediğimize benzer şeyler söylüyoruz. Nedir o? Asgari ücretle ilgili söylediğimiz şeylerden bir tanesi aslında şudur. Önce gelin asgari ücretin tanımını değiştirelim. Şu anda asgari ücretin tanımının içerisinde işçinin ailesi yok. Sadece işçinin zorunlu ihtiyaçlarını günün fiyatları üzerinden karşılamaya yetecek ücret olarak tarif ediliyor. Mutlaka bu tanımın değişmesi gerekir diyoruz. Bunu bugün söylemiyoruz. Parti programımızda yazdığımız bir şeydir. Yani asgari değil insani ücret. Ne demek? Yani insanın, insanca yaşayabileceği bir ücret mutlaka işçiye verilmelidir. Şimdi emeklilerle ilgili aynı şeyi söylemek mümkün. Şu anda asgari ücret için yapılan zam ile açlık sınırının birazcık üzerine çıktı. Ama fiyat artışları eğer bu şekilde devam etseydi birkaç ay sonra tekrar açlık sınırının altına düşecekti. Ama düşünün bin 700 lira civarında emekli maaşı alanlar var. Bu asgari ücretin çok çok altında, açlık sınırının da aşağı yukarı yarısı. Yani onu siz ikiye katlasanız yüzde yüz zam yapsanız dahi ancak açlık sınırına gelmiş olacak. Ne demek açlık sınırı? Dört kişilik bir ailenin sağlıklı beslenebilmesi için sadece gıdaya harcaması gereken bir para.

Son bir yıl içerisinde özellikle geçen sene hükümetin bankalara baskı yaparak kredi musluklarını açmasından sonra konut fiyatları uçtu. Konut fiyatları fırlayınca buna paralel olarak kira fiyatları da yükseldi. Şimdi kiralar ikiye katlandı. Ulaşımın, kırtasiyenin, okul masraflarının, servis ücretlerinin, akaryakıtın, elektriğin, doğalgazın ciddi oranda arttığı bir memlekette siz bunlara hiç para ayırmasanız bile sadece gıdaya yetecek paranın yarısını siz emekliye verirseniz yazık olur. O yaştaki insanı dilenmeye mi yoksa ikinci bir işte çalışmaya mı göndereceksiniz? Bunu mutlaka düşünmek gerekir ve biz diyoruz ki hiçbir ücret açlık sınırının altında olmamalıdır. Emekliler açlıkla imtihan edilmemeli. Eğer yaparsak o beli bükülmüş ihtiyarların bedduası hepimizi çarpar.

Esnaf diyor ki, ‘dolar 18 TL iken o günkü kur üzerinden bazı şeyleri aldığım için toptancı bunun fiyatını düşürse bile ben elimdeki malı bir miktar satmadan fiyatları düşürürsem ciddi bir zarara uğrayacağım. Benim bu zararımı kim karşılayacak?’ Böyle söylüyor. Bir yönüyle haklı, mesela 20 liraya aldığı bir malı şu anda onun maliyeti aşağı düştüğü için toptancıda fiyatı 15 liraya düşmüşse bu adam fiyatını 17’ye 18’e düşürmez. Aldığı fiyatın altına düşürmesi zordur. Bu fiyatların düşmesi için biraz daha beklenilmesi gerekecek. Fakat şurada bir hakikat bu gibi malı satanlar eğer onların komşuları ya da aynı işi yapan başka bir esnaf farklı bir fiyattan satıyorsa özellikle fiyat takibini yapan müşteriler onlara akacaktır. Bazen kar edersiniz ama bazen de zarar edersiniz. Her zaman kar olmaz. Yani az da olsa bir düşüş fiyatlara yavaş yavaş yansırsa bunun arkası gelecektir. O mal sirkülasyonu oldukça yeni malı piyasaya girdikçe daha düşük maliyetle üretilen mallar raflara dizildikçe fiyatlar düşecektir.

“Türkiye dışarıya sattığı mal ile dışarıdan aldığı mal arasında aleyhine bir tablo söz konusudur”

Dolar kurunun ülkeyi bu kadar etkilemesi normal mi? Sizce doların ülkeyi bu kadar etkilemesi nasıl değerlendirilmeli? Veya buna karşı alınacak bir önlem var mı?

Çin en fazla dış ticaret fazlası veren ülkelerden bir tanesi. Yani aldığıyla sattığı arasında Çin'in lehine bir fark var. İhraç ettiği mal miktarının tutarı, ithal ettiğinden çok fazla. Japonya yine öyle. Yani dış ticaret fazlası veren ülkeler bunlar. Ama Türkiye'de en azından çok uzun bir süredir, dışarıya sattığı mal ile dışarıdan aldığı mal arasında aleyhine bir tablo söz konusudur. Yani ithalat, ihracattan fazla. Yani sürekli dış duyarlılık açığı veriyoruz. Üzerine turizm gelirlerini, yurt dışı müteahhitlik hizmetleri gibi ya da yurt dışında çalışan Türkiye vatandaşlarının dışarıdan gönderdikleri dövizleri de üzerine koyduğumuz halde bazen cari açığı kapatamıyoruz. Çoğunlukla kapatamıyoruz. Çok nadiren cari açık kapanıyor ya da birazcık cari fazla veriliyor. Şöyle bir durumda siz o açığı neyle kapatacaksınız? Borçlanarak kapatacaksınız. Türkiye'nin kamu, özel toplam dış borcu 500 milyar dolara yakın. 500 milyar dolar gibi bir borcunuz varsa doların yükselmesi sizin ekonominizi ciddi anlamda etkiler.

Doların bu gücü nereden geliyor? Dolar iki türlü sebepten dolayı. Yani sadece uluslararası ticaret değil. Dolar dünyanın rezerv parası konumunda. Yani Merkez Bankaları kendi kasalarında rezerv para olarak yığdıkları para olarak yani kenz olarak dolar tutuyorlar. Hiçbir karşılığı olmayan, karşılıksız çek gibidir dolar, ama buna rağmen dünya parası olduğu için veya dünya dünyanın farklı farklı ülkelerinin merkez bankalarındaki rezerv para dolar olduğu için dolar çok güçlü bir para. Dünyadaki pek çok emtianın özellikle de enerjinin fiyatı, petrolünün fiyatı dolarla belirleniyor. Dolarla belirlendiği için de dolar bu yönüyle de güçlü. Bu ekonomideki dolarizasyon bizim ekonomimizi kırılgan hale getiriyor. Sebep tek başına dolarizasyondan dolayı değil. Cari açıktan ve yüksek miktarda borçlanma ihtiyacından dolayı. Borçlarımızın vadesi geliyor. Üretiminiz olmadığı için o borcu başka bir borçla kapatıyorsunuz. Gidip dışarıdan yeniden dolar borç alıyorsunuz. Ya da içerideki biriktirmiş olanlardan dolar borç alıyorsunuz. Ama sonuçta borç alıyorsunuz ve dolar cinsinden olunca da onun biraz kımıldaması sizin ekonominizi felç etmeye yetebiliyor.

Kapitalist iktisat teorisinin bir teori olduğunu bileceksiniz. Ekonomi ilmi diye kendi vatandaşlarınıza okutmayacaksınız. Ürettiğinizden fazla tüketmeyeceksiniz. Kazancınızdan fazla harcamayacaksınız. Ayağınızı yorganınıza göre uzatırsanız doların olursa olsun. Siz eğer iktisatlı davranırsanız siz fakirlik çekmezsiniz. Ama eğer ülke olarak israfa savurganlığa devam ederseniz yolsuzluğu önleyemezseniz üç kazanıp beş harcarsanız sürekli borçlu dolaşırsınız. Sadece Londra'daki tefecileri değil sokaktaki ayaklı tefecileri de yakanızı kaptırırsınız ve gün gelir ki kendi kazancınızın yarısını onlara vermek zorunda kalırsınız.

“Üniversite gençliği için evli yurtları oluşturmalıdır”

Gençlerle bir araya geldik. Gençler gelecekle ilgili bazı kaygılar duyuyorlar. Çok rahat değiller. Aslında gençlik yani her tarafta aşağı yukarı birbirine benziyor. Bir yönde cıvıl cıvıl ama bir taraftan bakıyorsunuz ki gözlerindeki ümit ışığı azalmış. Yani kanatları düşmüş. Genel anlamda kaygıyla bakıyorlar. İşsizlik ciddi bir problem. Bu da eğitimin yeterince planlanmamasından dolayı özellikle üniversite gençliği bu konuda çok şikayetçi. Üniversiteyi bitirdikten sonra işe alınırlar da ya da kamuya yerleşmede adaletsizlik yapıldığından yoğun bir şikâyet var. Adam kayırma yönünde çok ciddi bizim de izlenimlerimiz var. Keşke böyle olmasaydı yani kadroların dağıtılmasında daha adil, ehliyet ve liyakat ölçü olsaydı. Maalesef bu konuda gençlerin şikâyeti var. Bir de şöyle bir sorun var. Belki çok kişi bunu dile getiremiyor. Hani gençlere iş ve aş diyorlar ama. Biz bir de gençlere iş, aş ve eş diyoruz. Neden eş diyoruz? Çünkü aile yapısı gerçekten gittikçe daha kötü bir hale geliyor, evlilikler çok fazla yürümüyor. Bunlardan bir kısmı ekonomik sıkıntılardan kaynaklı ama daha çok başka problemlerden kaynaklı. Evlilik yaşı sürekli yükseliyor. Hani altın fırladığı zaman zaten o da ayrı bir yaraydı. Şükür ki altın biraz düştü ama bu tek başına yetmiyor. Gençler iş olmadan biz nasıl evleneceğiz diyorlar. Ben o konuda biraz gençleri cesaretlendirmeye çalışıyorum ama tabii yetmiyor.

Mesela üniversite gençliğiyle ilgili bizim şöyle bir planımız var. Şöyle bir önerimiz var. Parti programımızda yazdığımız hususlardan bir tanesi; Diyoruz ki üniversite gençliği için evli yurtları da oluşturmalı, 1+1. Yani daha üniversite hayatı, öğrenim hayatı devam ederken gençlerimiz eğer evlenmek istiyorlarsa evlenebilmeliler. Onlara da bir yurt imkânı sağlanmalıdır. Mesela diyoruz ki şu anda geriye mirasçı bırakmadan vefat eden insanların mirasları hazineye kalıyor. Diyoruz ki onların mirasları bir fonda toplansın ama bu yetmez elbette. Başka kaynaklarla da bu fon beslensin. Maddi imkansızlıklar dolayısıyla evlenemeyen gençlere ki Allah-u Teala buyuruyor ki gençlerinizi evlendirin, eğer fakirlik korkusuyla evlenmiyorlarsa siz onları evlendirin. Allah lütfuyla onları zengin edecektir inşallah. Ben de gençlere dedim ki, inşallah bu projelerimiz hayata geçer ya da işte birileri bunu dinler ya da Allah fırsat verir de biz gelir bunları hayata geçirebilirsek siz evlenmekten korkmayın. Sizin rızkınızı gönderen Allah siz bir eşle hayatınızı birleştirdiğinizde o da kendi rızkıyla beraber geleceğini unutmayın diyoruz gençlere. Rabbim gençliğimizi muhafaza etsin. Gençler geleceğimizdir. Gerçekten eğer gençliğine sahip çıkamazsa bir toplum onun geleceği karanlıktır. Mutlaka gençlerimizi her türlü fitneden, beladan ve olumsuzluktan korumalıyız. Gerekirse kendi bedenlerimizi siper edip gençlerimizi muhafaza etmek mecburiyetindeyiz.

“Sokak hayvanları uygun şartlarda, uygun ortamlarda insanlara tehlike oluşturmayacak şekilde muhafaza edilmeleri gerekir”

Başıboş sokak hayvanları konusunda. Biliyorsunuz geçtiğimiz günlerde çok acı bir tecrübe yaşadık. Küçük bir kızımız. Beslenmesi, bakılması yasak olan cins köpekler tarafından saldırıya uğradı ve hala hayati tehlikesinin devam ettiği bilgisi var. Sizin bu konudaki politikanız nedir? Düşünceniz nedir?

Başıboş sokak hayvanlarının saçmış oldukları tehlikelere dikkat çekerek buna karşı bir önlem alınması gerektiğini defaten söyledik. Bu hayvan düşmanlığı değil, ya da o hayvanları itlaf edelim şeklindeki bir çıkış değil, şunu söyledik; eğer bir hayvan sahipliyse, sahibi ona sahip çıkmalı. Ama eğer bir sokak köpeği ya da başka bir hayvan sokakta başıboş dolaşıyorsa ve bu tehlike arz ediyorsa mutlaka bunun için tedbirler alınmalı. Tedbir alması gereken kimse belediyeler veya merkezi hükümet. Bunları sokakta değil, barınaklarda tutmalı. Onlara bakmalı. Hani bir ara hastalık saçmasınlar diye ‘bunlar kısırlaştırılacak, barınaklarda bakılacak, aşıları yaptırılacak’ dediler. Ona göre eğer bırakılacak olurlarsa da böyle bırakılacaklar. Fakat maalesef memleketin dört bir tarafında sürüler halinde dolaşmaya başladılar. Bu tehlike saçıyor. Bazen daha önce saldırgan olduğuna dair herhangi bir kaydın bulunmadığı cinsler bile bir araya geldiklerinde o topluluk psikolojisiyle ya da o sürü psikolojisiyle görmüş oldukları birisi eğer özellikle de o kişi onlardan kaçarsa, kaçanı kovalama gibi bir huyları var. Maalesef memlekette bu yakın geçmişte pek çok ölüm hadisesi de yaşandı. Sadece yaralanma değil. Daha önce köpeklerden kaçarken, arabanın altında ve kamyonun altında kalan ve bu şekilde vefat eden vatandaşlarımız oldu. Çok ciddi yaralanmalarla sonuçlanan hadiseler yaşandı. Bir de o kişilerin yaşamış olduğu travmayı gözünüzün önüne getirin. Hayvanlara merhamet edelim ama eğer bir hayvan, bir insan hayatına mal olacaksa bir insan hayatı binlerce hayvandan daha değerlidir. O hayvanları itlaf edelim demiyoruz, uygun şartlarda, uygun ortamlarda insanlara tehlike oluşturmayacak şekilde onların muhafaza edilmeleri gerekir.

“İnsan merkezli bir toplumsal hayat özlüyorlarsa HÜDA PAR’ın sesine ses olsunlar”

Bizi dinleyen dinleyiciler neden HÜDA PAR’ı seçsin?

Bizi dinleyen vatandaşlar eğer ‘önce insan, öncelik adalet’ söylemimizi, sloganımızı tasvip ediyorsa, bu konuda bizimle ortaklaşıyorlarsa insan merkezli bir siyaset, insan merkezli bir iktisat, insan merkezli bir eğitim, insan merkezli bir toplumsal hayat özlüyorlarsa HÜDA PAR’ın sesine ses olsunlar. Güç versinler, omuz versinler, destek versinler. Eğer adaleti önceliyorlarsa, eğer toplumun farklı farklı kesimleri adaletten, adalet mekanizmasından, sosyal adaletten, vergi adaletinden şikayetçiyse ve bizim adaletin mutlaka sağlanması gerektiği yönündeki söylemimize katılıyorlarsa bize güç versinler, destek versinler. Gelsinler bizimle beraber olsunlar. İnşallah beraber yürüyelim. Biz iki dünyalıyız, sadece bu dünyaya bakarak siyaset yapılmaz. Siyasetçi ölüm ötesini de mutlaka düşünmek zorundadır ve attığı her adımın meşru olmasını gözetmek zorundadır diyorsa, o zaman onun yeri kanaatime göre HÜDA PAR’dır. Biz, gelin beraber hakikate doğru yürüyelim, haksızlıkları kaldıralım, insan merkezli bir siyaset, iktisat, sosyal adalet oluşturalım diyoruz. Bir toplumsal, içtimai hayatı adalet ekseninde, adalet merkezli oluşturalım ve birlikte kardeşçe yaşayalım diyoruz.

“Adana'daki siyasilerin yeterince Adana'ya sahip çıkmadıkları konusunda vatandaşın genel bir şikâyeti var”

Adana hakkındaki izlenimlerinizi merak ediyorum. Adanalılarla buluştunuz. Adana ve partinizin buradaki çalışmaları hakkındaki görüşlerinizi alalım. 

Kuzey ve Güney Adana… Doğu ve Batı Berlin gibi ama arada duvar yok, duvarsız bir Adana. Bir tarafta bir şehir, diğer tarafta da koca bir köy var. Türkiye'nin en büyük köyü diyebiliriz. 2,5 milyon nüfusu olan Türkiye'nin 6’ncı büyükşehri Adana'ya yakışmıyor. Yaklaşık 35 yıl önce Adana'ya gelmiştim. Bu arada gidip geldiğimde çok fazla bir şey değişmemiş, Kuzey hariç... Kuzeyde yeni bir Adana kuruldu. Ama öbür taraflar aynı. Adana'nın bu sorunu hemen ilk bakışta göze çarpıyor. Daha önce Adana Türkiye'nin 5’inci büyükşehriydi. Beşinciliği Antalya'ya kaptırdı. Şu anda 6’ncı sıradadır. Adanalıların genel anlamda şikâyet ettiği hususlardan bir tanesi de budur. Diyorlar ki ‘Adana'ya sahip çıkan yok.’ Parti farkı gözetmeksizin söylüyorlar bunu. Adana'daki siyasilerin yeterince Adana'ya sahip çıkmadıkları konusunda vatandaşın genel bir şikâyeti var.

Adana esnafını ziyaret ettik. Eğitimcilerle, iş adamlarıyla, gençlerle bir araya geldik ve Doğankent Mahallesi’ni ziyaret ettik. Orada vatandaşlarla bir araya geldik. Doğankent'te bir toplu taşıma sorunu olduğunu söylediler. Belediye otobüslerinin oraya gittiğini fakat ihtiyacı karşılamadığını ve şu anda toplu taşımadan, yani belediye otobüslerinden dolayı şikayetleri vardı. Hayvancılıkla uğraşan vatandaşlar yem fiyatlarının aşırı artışından dolayı eldeki mevcut hayvan popülasyonunu düşürdüklerini, hatta bazıları tamamen bitirdiklerini, hepsini sattıklarını dile getirdiler. Hükümetin hayvancılığı destekleme noktasında açmış olduğu teşvik paketlerinin büyük çiftçiye, büyük besiciye yaradığını belirttiler. Birkaç hayvanı olan insanlara ya da birkaç hayvan bakabilecek küçük aile işletmelerine bu konuda teşvik verilmediğinden yakındılar. Bizim de tespitimiz o yöndeydi. Adana'da limon üreticisinin ciddi bir problemi var biliyorsunuz. 2020 yılının nisan ayında limon ihracatıyla ilgili bir sınırlama getirildi. O sınırlama getirildiğinde şöyle bir gerekçe ileri sürüldü. Bizim stoklardaki ve elimizdeki mevcut limonlar ancak iç talebi karşılamaya yeter. Hatırlarsanız o dönemde bir de salgın ile ilgili bol miktarda C vitamini alınması gerekiyordu. Limon da C vitamini deposu. Limon fiyatları da epey yükselmişti. Bir kısıtlama getirdiler. O dönemde bazı pazar kayıpları yaşandı. Yani dışarıdan gelen talepler karşılanmadığı için ‘bizim elimizde limon yok’ dendiği için başka pazarlara yöneldiler. Böyle olunca bir de lokantalar, oteller kapatılınca salgın dolayısıyla, stoklardaki limonları tüketemedik. Yeni mahsul limonlar yetişince bu sefer depolardaki limonlar onlara fırsat vermediği için elde kaldı. Limon fiyatları yükselince limon ekimi de artınca üretim de arttı. Dış pazarlarda kaybedilince şimdi limonlar işçilik parasını kurtaracak bir seviyede bile değil. Dalındaki limonu 30-40 kuruşa ancak satabildiklerini söylediler. Bu nedenle pek çok kişi limonu dalında bıraktı.

Sağlık ocağı gündüz açık gece kapalı dediler. Eski Yüreğir Devlet Hastanesi, Şehir Hastanesi’nden sonra kapanınca biz bu konuda da sıkıntı çekmeye başladık deniliyor. Eski Yüreğir Devlet Hastanesi yeniden açılsın diyorlar. Doğal gazla ilgili bir taahhütleri var. Diyorlar ki ‘doğal gaz bizim önümüzden geçiyor ama biz doğal gazdan istifade edemiyoruz. Neden bize doğal gaz verilmiyor?’ Sorunca da ‘şehirdeki dağıtım bitmeden size doğal gaz veremeyiz’ şeklinde bir cevap verildiğini söylediler. Bunun haricinde yol sorunu dile getirildi. Diyorlar ki ana yollara, bağlantı yollarına ihtiyacımız var ve bu yolların, mevcut yollarının da genişletilmesine ihtiyaç var. Bahçelievler'de internet altyapısının olmadığını, öğrencilerin de çalışmakta zorlandığını, özellikle de okulların kapalı olduğu dönemde bu ihtiyacın daha fazla arttığını söylediler.

Eğitimcilerle bir araya geldik, eğitimin sorunlarını masaya yatırdık. Eğitimciler gerçekten ülkenin geleceğini daha fazla kendisine dert edinen -özellikle öğrencilerin manevi eğitimi ile ilgili kafa yormuş- insanlar çok dertli, çok sıkıntılı. Onlarla ilgili inşallah raporlarımızı yazılı hale getirip hükümete de ulaştırmayı düşünüyoruz.

Sivil Düşünce Haber Portalı