Tekir konuşmasında şunları ifade etti:

"Hükümetin son aldığı kararlarla MB tarafından uygulanan “politika faizi” oranı yüzde 17’ye yükseltilmiştir. Alınan bu faiz yükseltme kararı ile Türkiye dünya ülkeleri arasında en yüksek faiz uygulayan ülkelerden biri haline gelmiştir. Hükümetin aldığı bu kararın ekonomik istikrarı, fiyat istikrarını ve yeterli yabancı para girişini sağlayamaması durumunda periyodik olarak tekrarlanan tarihsel süreci 21. ci yüzyılın ilk çeyreğinde tekrar yaşayacağız gibi görünüyor.

Konunun uzmanları çok iyi hatırlayacaklardır. 2001 yılında kamu bütçesinin yüzde 52’sini, 2002 yılında yüzde 43.6’sını, 2003 yılında da yüzde 44’ünü faiz olarak ödemek zorunda kalmıştık. Bu kısır döngü Türk maliyesi için üzüntü verici bir durumdur. Ülkemiz bu kısır döngüden bir türlü kurtulamamaktadır. On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında çıkarılan Ramazan ve Muharrrem Kararnameleri için söz konusu olan şartlara sürüklenme riski ile karşı karşıya bulunmaktayız. Bilmeyenler için küçük bir not düşelim: Bu kararnameler Osmanlı Devletinin kısa aralıklarla yarı iflası anlamında iki ‘Moratoryum’ ilanıdır.

Ülkemizin iç ve dış borçları ve bu borçlar için ödediği faizler her geçen gün artmaktadır.

Bir yazarımızca yapılan hesaplamaya göre, Türkiye son on altı yılda saniyede ortalama 871 $ faiz ödemiştir. Buna göre:

Dakikada ödenen faiz miktarı 871x60= 52.260$

Bir saatte ödenen faiz miktarı 52.260x60= 3.135.600$

Bir günde ödenen faiz miktarı ise 3.135.600x24= 75.254.400$’dır.

Aziz milletimiz bilmelidir ki, Türkiye’nin bir günde ödediği faiz miktarı, Tank Palet Fabrikasının işletme imtiyazının Katar’a verilmesi için Katar’dan geldiği veya geleceği söylenen 50 milyon dolardan yüzde 50 daha fazladır.

Bu ölçüde bir faiz yükü ile karşı karşıya kalan bir ülkenin, zorunlu hammadde, aramalı ve mamul madde ithalatını gerçekleştirmekte güçlük çekmesi son derece doğaldır.Bir yandan borç anapara ödemeleri, diğer yandan ödenmesi gereken yüksek faizler nedeniyle oluşacak mali yük, yakın gelecekte ülkenin borcun borçla kapatılması gibi sürdürülemez bir “borç sarmalı”na yakalanmasına, bunun da ötesinde bir “moratoryum” ilanına kadar gidebilecektir.Tıpkı, 2000’li yılların başlarında bütçenin yarısının sadece faiz borçlarının ödenmesine tahsis etmek zorunda kalmamız gibi.

Hafta sonu açıklanan Ocak 2021 Hazine Nakit Dengesi sonuçları ne yazık ki bu tespitimizi doğrular niteliktedir.2021 Ocak ayı Hazine nakit dengesi sonuçlarına göre:

Nakit gelirleri 91.619 milyon TL

Nakit giderleri 117.671 “ “

Faiz dışı giderler 96.552 “ “

Faiz giderleri 21.120 “ “

Faiz dışı denge - 4.932 “ “

Hazine nakit dengesi - 26.1 milyar TL

Kaynak : Dünya Gazetesi Haber Merkezi (5 Şubat 2021)

Bu süreç, Ocak ayı sonuçları paralelinde devam ederse 2021 yılı sonunda bütçe giderleri planlanandan çok daha büyük olacak, içinde bulunduğumuz 2021 yılında ödenecek faiz miktarı takriben 253 milyar lirayı aşacaktır. Hazine nakit dengesi (bütçe açığı) ise 313 milyar lirayı bulacak, hatta geçecektir.

Nitekim, IMF’in Konsültasyon Raporunda, Türkiye ekonomisinin şoklara karşı savunmasız kaldığını söylemesi ve nedenlerini ise şöyle sıralaması ilginç olmuştur: “Düşük döviz rezervleri, yüksek dış finansman ihtiyacı ve yüksek yurtiçi döviz mevduatı birleştiğinde, ekonomiyi hem yurt içinde hem yurt dışında şoklara ve değişikliklere karşı savunmasız bırakmaktadır.” Buna yüksek dış borç stoku, cari açık ve iç tasarrufların yetersizliği unsurlarının da ilave edilmesi gerekmektedir. IMF Raporunda “Bütçe dışı ve diğer merkezi olmayan hükümet kurum ve kuruluşlarının kapsamı ve rolü, azami şeffaflık ve güçlü bir yönetim çerçevesi ile dikkatle tanımlanmalı ve izlenmelidir” denilerek Türkiye Varlık Fonu yönetimine ve işletilmesine de dikkat çekmektedir.

Kamu yönetimi, kamusal hizmet, kamu erkinin kullanılması, kamu fonlarının kullanılması ve kamu harcamaları üzerinde siyasi iktidarlar ve ma’şeri vicdan önemle ve hassasiyetle durmalıdır. Aksi takdirde zengin bir adamın mirasyedi çocuklarından farkımız kalmayacak ve pozisyonumuz gelecek nesillere büyük maliyetler getirecektir.

Türkiye, dünyanın faiz cenneti haline gelmiş ülkelerden biridir. Avrupa’da faiz oranlarının yüzde 0 ila 1 arasında bulunduğu bir dönemde, ülkemiz dünyanın en yüksek faiz uygulayan üç ülkesinden biri durumuna sokulmuştur. Bunun sonucunda, pandemi öncesi 2019 vergilendirme döneminde, Kurumlar Vergisi Türkiye vergi rekortmenleri sıralamasında ilk 25 kuruluşun üç’ü hariç gerisi Bankacılık yapan kuruluşlardan oluşmuştur. Türkiye’nin gerçek anlamda bir faiz cenneti olmasının en büyük göstergesi bu değil midir?

Yüksek faiz politikası, dış dünyanın kumpası olmaktan çok uygulanan hatalı politikaların bir sonucudur, öyle değerlendirilmelidir. Yüksek faiz politikası, başta vergi gelirleri olmak üzere kamu fonlarının ve diğer kamu kaynaklarının verimli, toplumsal sorumluluk ve hesap verebilirlik bilinci ile kullanılmamasının tabii bir sonucudur. Şeffaflık, hesap verebilirlik, kamusal bilinç, önce ahlak ve maneviyat denildiğinde, kamudan sağladıkları rantla beslenen bazı iş çevreleri ile bunlarla irtibatlı siyasilerin tüylerinin diken diken olmasının sebebi bu değil midir?

Değerli Basın Mensupları

Son haftalarda kamuoyunun üzerinde en çok tartıştığı konulardan biri de “Gıda Fiyatları” dır. Gıda fiyatları almış başını gitmiştir. Hükümet ne kadar gayret gösterirse göstersin gıda fiyatlarını kontrol edememektedir. Bu konuda hükümet iradesinin samimi olduğu da kuşkuludur. Gıda fiyatlarındaki artışlar özellikle 2021 yılı enflasyon oranlarını ciddi şekilde etkileyecek, baz alınan enflasyon oranında çalışan ve emekli kesime maaş artırma politikalarında hükümeti ciddi şekilde tökezletecektir. Ocak 2021 enflasyon oranı yüzde 8-9 dolayında beklenirken yüzde 14.6 olarak gerçekleşmesinde olduğu gibi.

Gıda fiyatlarındaki artışlar hükümetin sandığı gibi tarladan, yani çiftçilerden kaynaklanıyor değildir. Çiftçimiz, gübre ve ilaç fiyatlarındaki yüzde 60 – 70 düzeyindeki artışlara, Tarım Kredi Kooperatifleri ve Bankacılık sisteminin yoğun faiz baskılarına rağmen tarlasını ekmekte, ürününü kaldırmakta, çok cüzi kazançlarla yetinerek faaliyetlerini sürdürmektedir. Özellikle Tarım Kredi Kooperatifleri ve Bankacılık sisteminin pandemi döneminde dahi müsamahasız ve insafsız uygulamaları nedeniyle traktörünü, hatta tarlasını bile yok pahasına elden çıkarmak zorunda kalmaktadır.

Tarımsal ürünlerdeki fiyat artışları

Salgın döneminde alınan kısıtlama kararlarından dolayı küçük esnaf kirasını ve çalışanlarının maaşını ödemede zorluklar içinde çırpınırken, bir başka darbeyi de büyük marketler zincirinden almaktadır.

Modern sistem olduğu gerekçesi ile Türkiye’de tüketim piyasasının kendilerine teslim edildiği Zincir marketler fahiş fiyat uygulamakta, hükümet onlara ses çıkaramamasının sıkıntısını esnaftan, küçük market sahiplerinden, bakkal ve manavdan çıkarmaya çalışmaktadır. Üstüne üstlük çiftçimize yararlı olsun diye büyük teşviklerle kurulmuş Sözleşmeli Depoculuk Sistemi de bunlara hizmet eder hale getirilmiştir.

Ekonominin diğer sektörlerinde olduğu gibi, doların yükselmesini fırsat bilen bazı marketler ‘stokçuluk’ yaparak eski fiyattan aldıkları ürünleri halka fahiş fiyatlarla satmakta, dolardaki düşüşleri görmezlikten gelerek fiyatlarda bir indirime gitmek yerine yine daha yüksek fiyat uygulamaktan çekinmemektedirler.

Tarlada üreticinin elinden 2-3 liraya çıkan ürünler market/pazarlarda üç katına hatta daha fazlaya satılmakta, fiyatlar bazen yüzde 500’lere kadar tırmanarak pandemi döneminde vatandaşları canından bezdirmektedir.

Aziz milletimizin dikkatini çekmek istiyorum.

Amerikan Doları karşısında değer kaybeden TL’nin 8.50’lere kadar çıkmasını gün geçirmeden iğneden ipliğe her şeyin fiyatını artırmak için fırsat görenler, doların TL karşısında değer kaybederek kurun 7.2’ye kadar gerilemesi sonrasında, yaptıkları zamları geri alma faziletini gösterememişlerdir. Bu konuda yapılan ikazlara karşı görmemezlikten, duymazlıktan gelmeyi veya ayak sürümeyi bir kazanç telakki etmektedirler. Kendilerini muhafazakar ve hak – hukuk ehli olarak takdim edip halkımızın oyunu alanlar vahşi kapitalist uygulamalarla yine halkımızı sermayenin kölesi haline getirecek politikaları sessizce uygulamakta, oluşabilecek muhtemel tepkileri yapay gündemlerle halkımızın dikkatinden kaçırma gayreti içerisinde bulunmaktadırlar. Bununla beraber, unutmasınlar ki bu tür politikalar demokratik sistemlerde sadece ve sadece uygulayanlara zarar vermekle kalmazlar, toplumsal travmaları da beraberinde getirirler.

Erbakan Hocamızı anma haftası münasebetiyle şunu söylemek durumundayım: Hey Koca Erbakan, ömrün boyunca sen insanımıza enflasyon, faiz, 900 gram ekmeğin içindeki faiz hesaplarını anlatıp durdun. Aklı hesaba ermeyenler sadece dinlediler. 18 yıllık iktidar sonrasında sanki tarihsel süreç tekrar etti ve tam da senin dediğin gibi kredi, faiz, fiyat artışları, enflasyon, asgari ücret, tekrar borç, tekrar yüksek faiz sarmalına yakalanıverdiler. Ekonomiyi hortumculara teslim ediverdiler. Düştükleri bu girdaptan yüksek faiz politikası ile kurtulabileceklerini sanıyorlar, çırpındıkça girdabın daha derinliklerine sürükleniyorlar. Seni rahmet ve hasretle arıyoruz.

Değerli basın mensupları, Aziz milletimiz,

Toplumsal travmaların külfet ve sorumluluklarını yüklemede büyük firmaları kayırarak dışlayan, onların daha da büyümesini sağlayan; orta ve küçük işletmeleri, çiftçileri ve sabit gelirli ücretli ve emekli kesimi takat getiremeyecekleri külfet ve sorumluluklar altında tutan politikalar, tarihin her döneminde despotik, otoriter ve totaliter yönetimleri karakterize etmiştir.

Toplumsal refahın genel seviyesini yükseltmeyi, en azından mevcut seviyesini korumayı hedefleyen politikalar yerine, genel refah dengesini bozacak ve değiştirecek politikalara değil tevessül etmek, heves bile edilmemelidir. Unutulmamalıdır ki, yanlış ve isabetsiz politikalar yoluyla ortaya çıkabilecek ekonomik, sosyal ve siyasal nitelikli travmaların maliyeti çok yüksek olacaktır, telafisi ise çok uzun zaman alacaktır."

Sivil Düşünce Haber Portalı

sivildusunce.com