Gelecek Partisi Sözcüsü Serkan Özcan, gündeme dair açıklamalarda bulundu. Serkan Özcan şu ifadeleri kullandı:

"Kıymetli Vatandaşlarımız, Değerli Basın Mensupları,

Gelecek Partisinin Haftalık Gündem Konuşması münasebetiyle tekrar sizlerin huzurundayım.

Hepinizi sevgi, saygı ve muhabbetle selamlıyorum.

Öncelikle mübarek Ramazan ayının, başta ülkemiz olmak üzere, bütün bir İslam dünyasına hayırlar getirmesini yüce Allah’tan niyaz ediyorum.

Değerli Arkadaşlar;

Yönetemeyen ve yönetemedikçe sistemi kara düzene bağlayan bir iktidar ile yol alıyoruz maalesef.

Yönetemeyince, her gündemden kendisine uygun bir fırsat yaratma derdine düşen,

Gece yarısı bildirilerinden “darbe yanlısı muhalefet” çıkaran bir iktidara mahkûm haldeyiz.

Kendileri her gün muhtıralarla; halkı, meclisi, partileri, kurumları, medyayı ve üst yargıyı bunaltırken,

Yegâne gündemi siyasi rant olan bir iktidara mahkûm haldeyiz.  

Bu iktidarın tek gündemi rant.

Bazen Ekonomik bazen siyasi, ama yegâne gündemi rant.

Ekonomik rant, siyasi rant olmadan olmuyor.

“Öyle ya da böyle iktidarda kalmamız lazım” diye düşünüyor,

Siyasi rantı, halkı bölerek, yandaş-karşıt, hatta terörist diye ayırarak sağlamaya çalışıyor,

Seçimi de böyle kazanacaklarını umuyorlar.

Milleti bölüp, ekonomik ve siyasi rantı da yandaşlarla paylaştık mı tamamdır! Diyorlar.

Öyle çok uzağa gitmeye gerek yok.

İşte pandemi önlemlerinde itirafname niteliğindeki açıklamaları.

Bilim Kurulu üyelerinden bile artık “tam kapanma” çağrıları yankılanırken,

Kendi cürümlerinden ötürü bunu başaramayan bir iktidar var karşımızda.

Yine dağ fare doğurmadı mı sizce?

Hala çıkıp pişkince “tüm kesimleri destekledik” diyebiliyorlar.

Hala kullandıkları kaynakların önemli bir kısmı işçi ve işverenin fonlarından gelmesine rağmen,

60 milyar lira para harcadıkları iddiasını, milletin gözüne sokuyorlar.

Gerçi şimdi daha insaflılar.

Hatırlarsanız Damat bakan kendisinden başka kimsenin anlamadığı bir hesapla, hızını alamayıp, yapılan yardımları 600 milyar lira olarak açıklıyordu.

Bunlar en azından işi bilenlerin eleştirilerini duyup geri adım atabiliyorlar! Buna da şükür.

Cumhurbaşkanı’yla Tarım Bakanı’nın soğan-patates hesabı da, aynı matematik noksanlığının bir tezahürü aslında.

Bunların matematiği her yerde çuvallıyor.

Cumhurbaşkanı soğan, patates tonajı açıklıyor,

Tarım Bakanı onu yalanlıyor.

Hem de rakamların biri anyaya, diğeri konyaya gidiyor adeta.

Cumhurbaşkanı çiftçinin elinde 1 milyon 200 bin ton patates var diyor,

Bakanı aynı gün 300 bin ton diye açıklama yapıyor.

Erdoğan “250 bin ton soğan” diyor, Bakanı “40 bin ton” diyor.

Biri “750 bin ton çeltik” derken, diğeri sadece “75 bin tondan” bahsediyor.

İşte biz buna “yönetememe” diyoruz, “Tek Adam Rejimi” diyoruz.

Savrukluk, umarsızlık, plansız-programsızlık, kara düzen yönetimi diyoruz.

Tıpkı 128 milyar dolar rezerv meselesinde olduğu gibi.

Önce, “o paraya bir şey olmadı” dediler en üst perdeden,

Sonra çıkıp “salgında kullandık” diye bir yalan patlattılar.

Şimdi de hesabını sorana dava açıyorlar, sağda solda afiş indirmeye çalışıyorlar!

Ha soğan-patates ha merkez bankası rezervi, fark etmiyor bunlarda.

“Tek kişilik bir kara düzen yönetimi” bu!

Çiftçi aylardır “bittik tükendik, elimizdeki ürünü alın” diye yalvarıyor size,

Bunlar çıkıp maliyetine alıyorlar, yetmiyor bir de “Ramazan geldi fakir fukaraya sahip çıkıyoruz” şovu yapıyorlar.

Çiftçinin ürününü maliyetine almak da neyin nesi?

Çiftçinin borcunu yüzde 12 ila 18 arası faizle yapılandırıyorsun.

Mazotu gübreyi maliyetine değil, kârını koyarak veriyorsun.

Üstelik iş işten geçiyor, adamlar 3 aydır avazı çıktığı kadar sana sesleniyor duymuyorsun.

Sonra da Cumhurbaşkanı’nın bire on katılmış verilerine göre bile kişi başına 10 TL’yi bile bulmayan bir destek ile vatandaşa yardım şovu yapıyorsun.

Bir ramazan kolisi bile en ucuzundan 70 TL olmuş, soğan patates diyerek bir de milleti, minnet altında bırakıyorsun.

Hakkını veremediğin milleti soğan patatesle avutacağını zannediyorsun.

Aşısını yapamadığın, geçmediği köprüden parasını aldığın,

İşsizlik fonuna göz diktiğin, İban numarasına sulandığın insanları,

Bir de utanmadan soğan-patates diye avutmaya çalışıyorsun.

“Neden bu halkı 3 kuruşluk soğana patatese muhtaç hale getirdim” demiyorsun da,

“Çiftçinin elinde benim yüzümden kalan ürününü, maliyetine alarak elin taşıyla elin kuşunu vuruyorum” diye hayıflanmıyorsun da,

Yüzsüzce caka satıp “sadaka bahşettim” diye reklam yapıyorsun.

Hesabınız da matematiğiniz de her yerde şaşıyor.

Bir tek müteahhitlere milyarları akıtırken şaşmıyor hesabınız.

Şu salgında düştüğümüz hale bakın Değerli Arkadaşlar.

Nereden nereye geldik?

Neden dönüp dolaşıp başa döndük? Bırakın başa dönmeyi, daha kötü bir evreye nasıl geçtik?

Bilimin ve aklın ağır tedbirler getireceği, bunun da ekonomiye zarar vereceğini düşünen kafalar burada da duvara toslattı bütün bir ülkeyi.

Ya aşı politikası? Sürekli değişen takvimler, sürekli tenakuz içeren aşılama rakamları neyin göstergesiydi?

Gele gele ancak nüfusun yüzde 11’ini aşılamaya yetecek bir seviyeyi yakalayabildik!

Niye aşı çeşitlemesi yapamadık?

Sorun neydi? Para mı yoksa Çin’in şantajları mı?

Hani haziran sonuna kadar nüfusun yüzde 70’i aşılanacaktı?

Neden bitmiyor sizin bu yalanlarınız?

Nedir bizi varlıklı ülkelerden 25 kat daha az aşılama yapmaya iten sebepler?

Yoksa hala dört gözle yerli-milli aşıyı mı beklemeliyiz?

Bununla mı avutacaksınız sorumlu olduğunuz 84 milyon insanı?  

Öyle bir vicdansız kafa ki bu; sadece aşılamada şeffaf olmayan bir süreç yaşatmadı ülkeye;

Salgın bir dayanışma vesilesi olması gerekirken, muhalefetin elinde olan yerel yönetimlerin dayanışma çabalarına bile takoz koydu bunlar.

Bu ağır salgını yandaş müteahhitlere kazanç kapısı kılmaya bile çalıştılar.

Geçen yıl mayıs ayı sonuna kadar dünyanın bile imrendiği bir mücadele verilmişti oysa.

Sonra bilim ve akıl susturuldu.

Zannettiler ki bilim, ekonomiyi engelliyor.

Halbuki tam tersine, asıl bilimi ve aklı dinleseydik, bugün hem sağlıkta hem de ekonomide daha iyi bir yerde olacaktık.

Sonunda dön dolaş en ağır aşama olan 4.aşamaya kadar ulaştık.

Neden peki?

Baktılar ki kapanma seçim propagandası süreçlerini etkiliyor, Açtılar ülkeyi.

Şimdi ülke bir felakete doğru sürükleniyor artık.

Bir de yeni bir sorumlu buldular yine utanmadan.

Meğer sorumlu hepimizmişiz!

Yine başarısız işleri için, milyonlarca sorumluyu buldular.

Meğer devlet bize “hayat eve sığar” demiş de biz dinlememişiz!

Meğer, eve sığan hayata yeterli destek yapılmış da,

Bizler nankörlük edip, daha fazla kazanmak amacıyla sokaklara çıkmışız.

Meğer, devletin başı “maske-mesafe-hijyen” derken, bizler coşkuyla kongre kongre dolaşıp, her şehre virüs taşımışız da haberimiz olmamış!

Sorumlusu Hepimiziz Öyle mi?

Yani Saray'ın korkuları, Saray’ın gelecek hesapları, Saray’ın keyfi kararları bizi bugünlere getirmedi öyle mi?

AK Parti ve MHP kongreleri yaz aylarına kadar ertelenemezdi yani öyle mi?

Açık havada, mesela stadyumlarda, sadece delegelerin katılımıyla yapılamazdı yani öyle mi?

Ne güzel memleket! İnadına kapalı salon, inadına lebalep olacaktı ama sorumlu hepimiz sayılacaktık!

Sorumlu şeffaf olmayan, gizli ajandalarla ilerleyen bu hükümet değil yani!

Sorumlu, isyan eden Bilim Kurulu’nu ve Sağlık Bakanlığı’nı bypass eden bu iktidar değil yani!

Bazen “kademeli açılmayı”, bazen “tam kapanmayı” ısrarla savunan Bilim Kurulu üyelerinin varlığıyla yokluğunu eşdeğer kılan, bu kara düzen sistem sorumlu değil yani öyle mi?

Keyfi kararlarla bir gecede ülkeyi 675 milyar zarar ettiren,

Kara düzen ekonomi yönetimleri yüzünden hazineyi boşaltan,

Bu yüzden doğru düzgün kapanma kararları alamayan iktidarın günahlarına biz de ortağız yani öyle mi?

Sorumlu bizmişiz; hepimizmişiz. Ne kadar da paylaşımcı geliyor kulağa.

Hiçbir varlığı bizimle paylaşmayan, adaleti, hukuku, refahı ve kalkınmayı bize çok gören saray ve yandaşları,

Günahları bizimle paylaşmakta oldukça bonkör davranıyorlar.

Değerli Kardeşlerim,

Bakınız bu Ak Parti MHP koalisyon iktidarı ülkeyi öyle bir hale getirdi ki,

Bir belediye faaliyeti için Avrupa’ya giden 53 kişinin hemen hepsi bir daha ülkeye geri dönmemek üzere gittikleri ülkede kalıyor.

Bu fotoğraf size, bir zamanlar sosyalist rejimin hüküm sürdüğü demir perde ülkelerinden kaçanların halini hatırlatmıyor mu?

Bir yandan kaçmaya çalışanlar, diğer yandan milyonluk araba ticareti yapma amacıyla iktidar partisine yanaşan pudra şekerciler;

Bir yanda yüz yüze eğitim için bilgisayarı, interneti olmayan öğrenciler; diğer yanda paraları Tiktok’da saçmaktan utanmayan danışmanlar, korumalar.

Bütün bunlar göz önünde olurken, bir de “128 milyar nerede?” diye soranlara hakaret davaları açmalar?

Hayaller insan hakları; gerçekler vekil darp etme, öğrenciye “terörist” muamelesi.

Hayaller ifade özgürlüğü; gerçekler eleştiri yapan öğrenciyi yurtlara almayan devlet kafası.

Hayaller onurlu dış politika; gerçekler Çin’den yenen fırçalar.

Hayaller basın etiği; gerçekler parayla haber hazırlayıp, şirketlere pazarlayan bir medya.

Hayaller ekmek ve özgürlük; gerçekler halini mikrofonlara ağlayarak arz etmekten korkan bir toplum.

Hayaller demokrasi ve hukuk; gerçekler kurumlara her Allah’ın günü muhtıra.

Hayaller bağımsız yargı; gerçekler iktidarın güdümünde “yerli-milli” bir yargı sistemi.

Hayaller bizleri uçuracak bir sistem; gerçekler, Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarını takmamayı marifet sayan bir hukuk düzeni.

Hayaller Adalet reformu; gerçekler, küçük ortağının “Anayasa Mahkemesi kapatılsın” talebine sessiz kalarak adeta destek veren bir iktidar.

Hayaller salgınla mücadelede dünya birinciliği; gerçekler lebalep kongrelerle gelen vakalarda Avrupa birinciliği.

Hayaller salgında insanlara destek olmak; gerçekler dükkanları kapanan, işsiz kalan, evlerine ekmek götürmekte zorlanan milyonlar karşısında üç-dört yerden ballı maaş alan danışmanlar ordusu.

Hayaller kamuda tasarruf; gerçekler mercedesli kamusal ziyaretler; milyonluk yeni araç alım ihaleleri.

Her şey gözümüzün önünde olup bitiyor.

Hepsini görüyor, duyuyor ve not alıyoruz

Artık mızrak çuvala sığmıyor. Çuvalı delik deşik ediyor.

Değerli Arkadaşlar;

Muhalefet 128 Milyar doların akıbetini sordukça hükümete bir şeyler oluyor.

Damat bakanın yaptıklarını savunmaya önce kayınpederi başladı.

“Damat kadar taş düşsün başınıza” diyerek sorunumuzun büyüklüğünü gözler önüne serdi.

Sonrasında yeni Hazine Maliye Bakanı başta olmak üzere birçok yetkili,

Bizlere 128 milyar doların satılmasının ne kadar da gerekli olduğunu anlatmaya başladı.

Anlattıklarına göre 128 Milyar dolar satılmasaymış, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde 2,5 senede 2 katına çıkardıkları dolar daha da yükselirmiş.

2,5 senede %45’e ulaştırdıkları birikimli enflasyon daha da artarmış.

Türkiye’nin cari açığı başka nasıl karşılanabilirmiş?

Bizler bu zırvalarla zirveye ulaştıklarını düşünürken, meğer asıl beyin kapasitelerini en sona saklamışlar.

Türkiye’de Ekonomiyle ilgili bakanlık yapmış, halen Ak partinin ekonomi işleri başkanı olan şahıs,

Dün 128 Milyar dolar rezerv satışına öyle bir mazeret uydurdu ki, yıllarca konuşulacak.

Beyefendi meğer Türkiye’nin 20 yıldır uyguladığı dalgalı kur sisteminin bile farkında değilmiş. 

Merkez bankasının her isteyene döviz satmak zorunda olduğunu sanıyormuş.

Bu bilgi birikimi ile Ak partide Ekonomi işlerinin başında olması gayet anlaşılabilir ve yakışır.

Bir an için bu cehaletle nasıl bakanlık yaptı diye bir soru aklımıza gelse de,

Başımıza düşen taşları bildiğimizden artık şaşırmıyoruz.

Yine de biz üstümüze düşeni yapalım,

Şu 128 Milyar doların hikayesini bir kez daha anlatalım.

Dünyada pandeminin “P” si yokken, 2019 yılında toplam tam 33 milyar dolar sattınız.

Tek derdiniz, iktisat biliminin gerçeklerine aykırı bir biçimde faizleri suni olarak düşük tutmaktı.

Türkiye’ye zamanında güvenmiş yabancı yatırımcıları kovmak ve aklınızca faizleri ve kuru aynı anda kontrol etmekti.

Çünkü açık bir ekonomide hem faizin hem de döviz kurunun aynı anda kontrol edilemeyeceğini bilmeyecek kadar cahildiniz.

Kıt iktisat bilginizle, sözde her sene 20-30 Milyar dolar satacak, 2023 seçimlerine kadar idare edecektiniz.

Pandemi Türkiye’ye gelince hesaplarınız şaştı.

Sadece 10 ayda 90 Milyar dolar satmak zorunda kaldınız.

Çünkü yarattığınız iklim nedeniyle Türkiye, pandemi dünyasındaki en kırılgan bilançoya sahip, en güvenilmeyen ülkeye dönüşmüştü.

Piyasalara karşı açtığınız savaşta mevzi kaybettikçe hırsınızın kurbanı oldunuz.

Tıpkı kumar masasından kalkmak istemeyen bir kumarbazın psikolojisi gibi durmak bilmediniz.

Pandemi nedeniyle düzgün bir sosyal destek program uygulamak yerine, tek bildiğiniz iş olan faizleri suni olarak düşürüp, yeni bir kredi balonu şişirmeye başladınız.

Bu yüzden desteğe ihtiyacı olan vatandaş mecburen kredi kullandı,

Krediye ihtiyacı olmayanlar ise düşük faizlerden faydalanmak için kredi kullandı.

Dövize olan talebi, rezervleri daha yoğun satarak baskılamaya çalıştınız.

Hikâye damadın sözüm ona affı ve eski TCMB başkanının kovulması ile son buldu.

Bugünlerde iktidara yakın birileri ortaya çıkıp bu rezervlerin “cari açığın karşılanması” için, “Türkiye’nin ithalat yapabilmesi “için, “pandemide vatandaşa destek” için veya “vatandaşın döviz talebi” için satıldığını iddia ediyor.

Bu koskocaman bir yalan. Bu iddiaları ciddiye alıp üzerinde tartışmak gereksiz olsa da eğitiminize bir katkı olur diye şu soruya cevap vermenizi talep ediyoruz.

2003-2018 yılları arasında birikimli 540 milyar dolar cari açık veren Türkiye’nin Merkez Bankası swap sonrası net rezervleri aynı dönemde 30 milyar dolar arttı.

Yani Türkiye cari açık verdiği 15 yıl boyunca rezervlerini artırmayı başarmıştı.

Son 20 yılda cari açık verilmeyen tek yıl olan 2019 yılında ise, olmayan cari açık için siz 33 Milyar dolar sattınız öyle mi?

Aynı şekilde yurtiçi yerleşiklerin döviz mevduatları 2003-2018 yılları arasında 50 Milyar dolardan 160 Milyar dolara yükselirken de TCMB net rezervi arttı.

Bakın iyi dinleyin.

Sabit döviz kuru rejimi, para kurulu veya kur çıpalaması rejiminde olmadığı sürece hiçbir ülke Merkez bankasının piyasaya döviz sağlama taahhüdü yoktur.

Hiçbir ülke Merkez bankası, döviz rezervlerinin hepsini, hatta fazlasını, ülkede bir savaş veya temel ihtiyaç malzemesi krizi gibi bir durum olmadığı sürece kullanıma sürmez.

Hiçbir Merkez bankasının döviz piyasalarına müdahalesi aylarca devam etmez.

Acıklı olan Türkiye’de uzun yıllar bakanlık yapmış kişilerin Türkiye’nin hangi döviz rejiminde olduğunu dahi bilmemesidir.

Tek gerçek şudur.

Faiz ve dövizi aynı anda kontrol etmek gibi imkansız bir şeyi başarmak ve serbest piyasa ile girilen savaşı kazanmak için vatandaşın parası ile finansal kumar oynadınız ve kaybettiniz.

İşin acı tarafı hala akıllanmayanlar, yeniden Damat Bakan tarafından kurulmuş olan masaya dönme hevesi ile yanıp tutuşanlar ve onun yardakçıları var.

Siz Türkiye’nin en büyük finansal skandalına imza attınız.

Daha fazla rezil olmadan aşağıdaki sorulara cevap verin ki, TCMB’nin kaybettiği itibarı, şeffaflığı ve hesap verebilirliği geri kazanmak için bir adım atmış olun.

1)        TCMB hangi kurumlara, hangi tarihte, ne miktarda ve hangi fiyattan döviz satışı yaptı?

2)        Alan kurum/kurumlar bunu aynı tarihlerde kimlere sattı? Bilançolarında kalan fazla varsa bunu ne yaptılar?

3)        Bu satışlar ortalama olarak ve tek tek işlem olarak hangi fiyattan yapıldı?

4)        Bu kurum/kurumlardan döviz alan kamu bankaları, aynı gün içerisinde döviz piyasasına hangi fiyattan ne kadar döviz sattı?

5)        Kamu bankaları aynı gün içerisinde belli bir miktarın üzerinde döviz talep eden müşterilerine hangi fiyattan, ne kadar döviz sattılar?

6)        Kamu bankalarının o günkü alış maliyetinden daha düşük fiyattan yapılan satışlar varsa, bunlar kimlere yapıldı?

7)        Alan bankaların o günlerde TL üzerine açtıkları türev pozisyonları nelerdi?

Ya da boşverin bu kadar detaylı soruları, kafanızı karıştırmayın böyle bilimle, bilgiyle, akılla falan.

Tüm bu soruların hepsini kapsayan daha kısa bir soru soralım size.

128 Milyar dolar nerede? Hanginiz verecek bu hesabı?

Değerli Arkadaşlar;

Dünya’nın en fazla pahalılık yaşayan ülkelerinden birisiyiz,

Bizimle birlikte değerlendirilen ülkeler arasında açık ara birinciyiz,

Dünya’nın ciddiyetle, liyakatle ve demokrasiyle yönetilen bütün ekonomilerinde Korona sebebiyle tarihi bir enflasyon yaşanacak diye panik var,

Paniğe sebep olan bu enflasyon Ne kadar biliyor musunuz?

Onca panik kısa süreliğine de olsa enflasyon yüzde 2’ye, yüzde 3’e çıkar mı diye yaşanıyor,

Bizde durum ne?

Tam gaz %20’ye doğru gidiyoruz,

Mutfaktaki enflasyon almış başını gitmiş zaten,

Üretici enflasyonu TÜİK’e göre bile çoktan yüzde 30’ların üstüne çıkmış,

Ama ülkenin Cumhurbaşkanı çıkıyor “fiyat istikrarı filan neymiş” diyebiliyor,

Bunu duyan Türkiye’nin en önemli ticaret odalarının başındaki bir kişi de çıkıp “fiyat istikrarı önceliğimiz olmasın” diyebiliyor,

Neresini düzeltelim, Kime laf anlatalım inanın bilemiyoruz artık,

Gelinen bu durum artık cehaletle veya liyakatsizlikle açıklanamaz,

Fiyat istikrarının ne olduğunu bir türlü anlamayan bir akıl, değil ülke ekonomisini emin olun işporta tezgahını bile yönetemez,

İşporta tezgâhı işleten, pazarda tezgâh açan bir kardeşimize gidin sorun, size fiyat istikrarı neymiş anlatsın,

İhracat yapanlara sorun, daha malı yüklerken fiyat istikrarı olmayınca neler olduğunu size anlatsın,

İthalat yapanlara sorun, daha malı yüklenirken fiyat istikrarı neymiş size anlatsın,

Çiftçiye sorun, ay sonunu getiremeyen asgari ücretliye sorun, işçiye sorun…

Arkadaşlar, fiyat istikrarını önemsemiyoruz diyen bir iktidar,

Ben bu ülkeye, ekonomisine, vatandaşın cebine, üretene, ticaret yapana, alın teri dökene kötülük yapacağım diyordur,

Fiyat istikrarını önemsemiyorum diyen akıl, ben ülkenin istikrarını önemsemiyorum diyordur,

Fiyat istikrarını önemsemiyorum diyen akıl, ben vatandaşın halini zerre kadar bile takmıyorum diyordur,

Fiyat istikrarını önemsemiyorum diyen akıl, ben dolara bakmıyorum, dolarla mı maaş alıyorsunuz diyen ekonomi zeka düzeyinin bir başka versiyonudur,

Emin olun bunun bir başka örneğini dünyada bulamazsınız,

Emin olun en sorumsuz iktidarlardan bile bu açıklama gelmez, gelemez!

Biz fiyat istikrarını önemsiyoruz arkadaşlar,

Üzerine titriyoruz hatta,

Fiyat istikrarı olmayan bir ülkenin ekonomik refahının da demokratik kalitesinin de artmayacağını biliyoruz,

Fiyat istikrarının olmadığı bir ülkede siyasi istikrarın da olamayacağını gayet iyi biliyoruz,

Kıymetli Arkadaşlar,

Bu koalisyon iktidarı tek kelime ile umursamayanların iktidarı haline gelmiştir,

Umursamadıklarını, artık hepimizin gözüne sokuyorlar,

Vatandaş salgın şartlarında inim inim inliyor,

Bunlar vatandaşların gözüne soka soka üç aydır kongre üstüne kongre yaptılar,

Bir kafede, bir lokantada, bir avm’de üç kişi bir araya gelse gidip binlerce lira ceza yazdılar,

İnsanımız anasının-babasının cenazesini 20-30 kişiyle kaldıramadı, ama bunlar 20-30 bin kişiyle kongreler yapıp vatandaşın gözüne soktular,

Ne sizi umursuyoruz ne de size yaptığımız adaletsizliği dediler açıkça,

İnsanlar aşı bulamıyor, bu iktidar Allah’ın her günü yeni bir aşı yalanı söylediği yetmiyormuş gibi vatandaşa yapmadığı aşıyı gidip yandaşlarına yapıyor,

Umursamıyorlar,

Umursamadıkları gibi utanmıyorlar da,

4 maaş alan bürokrat milyonlarca liralık Mercedes’e binip seçilmişlere, siyasi partilere, demokrasiye parmak sallıyor,

Ama umursamıyor,

Kendisine bu değirmenin suyu nereden geliyor diye soruyorsunuz,

Umursamıyor,

Niçin umursasın?

Ülkenin 128 milyar doları merkez bankasından uçurulmuş,

128 milyar doların hesabını vermeyen bir iktidarın 4 maaşlı bürokratı, niçin umursasın milyonlarca liralık Mercedes’le dolaşmayı,

Komediye bakın ki; vatandaşa bedava patates ve soğan dağıtılacağını haberini, milyonlarca liralık Mercedes’e binen aynı bürokrat veriyor,

Niye umursasın,

İktidarın umursamadığını neden umursasın?

Türkiye’nin açık ara en büyük eğitim krizinin yaşandığı dönemde “Eğitimde adil bir yıldan geçiyoruz” diyen Milli Eğitim Bakanı varken, dört maaşlı-mercedesli bürokrat ne diye utansın,

Milli eğitim bakanı olacak atanmış bürokratın umurunda bile değil milyonlarca çocuğun internete ulaşımının olmaması,

Bütün eğitim düzeninin alt üst olması,

Eğitimde adaletsizliğin zirve yapması, zengin-yoksul ayrımının zirve yapması umurunda değil,

Olabilecek en büyük yalanı söyleyeyim diyor,

Ve şu salgın ortamında eğitimle ilgili en büyük yalanı söylüyor: “Eğitimde adil bir yıldan” geçiyormuşuz,

İnanın ülke bu denli bir ciddiyetsizliği, hiçbir dönemde görmedi,

Ama suç bu liyakatsiz bakanın ya da bürokratın değil,

Türkiye tarihinin en büyük krizlerinden birisini yaşıyor, ülkenin başındaki Cumhurbaşkanı ekonominin uçtuğunu düşünüyor,

Tarihi işsizlik rakamlarıyla insanımız inim inim inliyor,

Son beş yıldır çalışan nüfusumuz neredeyse değişmemiş,

Milyonlarca genç insan evinde oturuyor,

Çalışabilecek nüfusun yarısı bile çalışamıyor, ama Cumhurbaşkanı “işsizlikte çok iyi bir noktaya geldik” diyor,

Umursamıyor milyonlarca işsizi,

Umursamıyor milyonlarca asgari ücretliyi,

Kıymetli Vatandaşlarımız, Değerli Basın Mensupları,
Bütün bu kötü politikalar, yalanlar, saptırmalar, hukuk tanımazlıklar ve tehditler karşısında asla umutsuzluğa kapılmayacağız!

Her daim, adaletin, demokrasinin, doğrunun, hakkın ve halkın yanında dimdik durmayı sürdüreceğiz.

Yargı alanında da, sağlıkta da, ekonomide de bu kara cehaletin maskelerini bir bir düşüreceğiz!

Mücadelemizi sizlerle birlikte Geleceğe taşıyacağız.

Sözlerime burada son verirken mübarek Ramazan ayınızı tekrar tebrik ediyor, hepinizi sevgi, saygı ve hürmetle selamlıyorum.

Allah’a emanet olun.

Hibya Haber Ajansı