Saadet Partisi Konya Milletvekili Abdulkadir Karaduman, gündeme dair açıklamalarda bulundu. Karaduman açıklamasında şu ifadelere yer verdi:

"Değerli Basın Mensupları, Kıymetli Arkadaşlar! Sizleri saygıyla selamlıyorum!

Bugün 5 Kasım Cuma

Gündemdeki konulara ilişkin basın toplantımızı gerçekleştiriyoruz.

Basın toplantımıza katılımınızdan dolayı hepinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum.

Saadet Partisi olarak vatandaşlarımızın yaşadığı sorunlarla ilgili uyarı ve önerilerimizi her platformda dile getiriyoruz.

Partimizin politika kurulları, çalışmalarının sonucunda problemlerin çözümü noktasında raporlar ortaya koymaktadır.

Bununla birlikte TBMM’de verdiğimiz soru önergeleri, kanun teklifleri ve genel kurulda konuşma imkânı bulabildiğimiz zamanlarda sorunların sebepleri ve bu sorunların çözümü noktasındaki fikirlerimizi paylaşıyoruz.

Geldiğimiz noktada insanlarımızın birinci gündemi “geçim derdi” olmuştur.

TL’nin değer kaybetmesiyle vatandaşın alım gücü iyice azalmış durumdadır. Bakınız, bugünkü kurla asgari ücret 291 dolara tekabül ediyor. 1 ay önce bu rakam 319 dolardı. Sadece 1 ayda vatandaşın 28 doları uçup gitti. Yine bu yılın başına baktığımızda 383 dolar etmekteydi ki, bu da geçtiğimiz 10 ayda vatandaşın cebinden 92 doların alındığını göstermektedir.

Bu, vatandaşın cebindeki paranın 4’te 1’inin buharlaştığını, yani aslında paramızın pul olma yolunda dört nala gittiğini göstermesi açısından önemlidir.

Asgari ücretin yıllar içerisindeki değerine baktığımızda da 10 yıl önce 659 lira olan net asgari ücret tam 376 dolar yapıyordu. Dikkatinizi bir şeye çekmek istiyorum 1 dolar 1 lira 75 kuruş. Şu anki rakam 2007’de karşımıza çıkıyor ki, bu AK Parti’nin ekonomiyi günden güne ileriye değil, geriye götürdüğünü gösteriyor.

Bununla kalmadı, bir de enflasyonla vatandaşın kazandığı para daha da değersizleşti. 2018’de açıklanan Yeni Ekonomi Programında 2021 için %6 enflasyon tahmin edilmişti.

Gelinen noktada, TÜİK’in olağanüstü mücadelesine rağmen iktidarın enflasyonu %19,89 oldu. Halbuki vatandaşın enflasyonu %50’leri aşmış durumdadır! Görüldüğü üzere Mart Şubat’tan, Nisan Mart’tan, Mayıs da Nisan’dan daha iyi olmadı, olmuyor.

Bu durum vatandaşı zor bir kışın beklediğini de gösteriyor ayrıca.

Dar gelirli vatandaşlarımızı önümüzdeki kış mevsiminde rahatlatacak acil yardım paketleri açıklanmalıdır. Bununla birlikte uzun vadede ekonomiyi rahatlatacak yeni bir anlayış benimsenmelidir.

Ancak iktidar ocaktaki yangını görmezden geliyor, millete hizmet etmek için var olan kurumlara bazı tozpembe tablolar çizdirme gayretine giriyor.

TÜİK’in açıkladığı rakamlara göre son 1 yılda Tavuk eti %68, Mercimek %52, Margarin %50, Yumurta %47, Nohut %46, Ayçiçek yağı %41, Makarna %40, Süt & Yoğurt %37, Zeytinyağı %35, Sucuk %30, Bulgur %30, Dana eti %27, Ekmek %26, Bal & Pekmez %27, Un %25 zamlanmışken nasıl oluyor da enflasyon %19,89 olabiliyor.

Yine son 1 ayda sebze-meyvenin %21, kırtasiye ürünlerinin %24, giyim ürünlerinin %17, temel gıda ürünlerinin %20 oranında arttığı belirtilirken aylık enflasyon artışı nasıl oluyor da %2,39 olarak hesaplanıyor?

İşte TÜİK’in açıkladığı bu enflasyon rakamları iktidarın birtakım kurgularla devleti idare etmeye çalıştığının en bariz göstergelerindendir.

Halbuki devleti idare etmek başka, devleti yönetebilmek başkadır. İktidara devleti yönetme mesuliyetini her defasında hatırlatma gereği duyuyoruz.

Açıklanan bu rakamların gerçekle ilgisinin olmadığını herkes biliyor.

Kurgularla hiçbir yere varamaz, hiçbir sorunu çözemezsiniz.

Sonuç olarak

Doğalgaza zam geldi: “Kombinizi kısın.”

Yemeklere zam geldi: “Midenizin 1/3’ünü boş bırakın.”

Fakirlik artıyor: “Acıyı bal eyleyin.”

İşsizlik artıyor: “Sabredin.”

Geçinemiyoruz: “Şükredin.” diyenlerin ülkeye vereceği hiçbir şey kalmamıştır.

Çözümü, sorun üreten sistemde aramak beyhudedir. Çözüm, Millî Görüş reçetelerine sarılmak, Saadet Partisi’ni iş başına getirerek ülkeyi bu sefaletten, bu yönetilemezlikten kurtarmaktır.

Tarım bir ülkenin bağımsızlığının en önemli göstergelerindendir. Tarımı ve sanayisi güçlü ülkeler ekonomik olarak bağımsız olur, milletin refah seviyesini artırabilir. Bu bağlamda tarıma ve tarımsal üretime yatırımlar yapılmalı, çiftçimiz desteklenmelidir.

Ama ne yazık ki, öyle olmuyor. Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli, yaptığı bir açıklamada “Çiftçimizin zarar ediyoruz dediği ürün yok” dedi. Peki, her şey Sn. Bakan’ın anlattığı gibi toz pembe mi? Doğru söylüyor, çiftçi zarar etmiyor, iflas ediyor.

Bakınız, yüksek girdi maliyetleri çiftçimizin belini bükmüş durumda. Son 1 yılda sadece gübre fiyatlarındaki artışlar %100’ü aşmışken çiftçinin ekmeye devam etmesini, daha istekli olmasını bekleyemezsiniz. Geçen yıl ton fiyatı bin 800 lira olan ÜRE gübresi bu yıl 4 bin 100 lirayı aşmış durumda. Artış %128. Amonyum sülfat 960 liradan 2 bin 400 liraya çıkmış. Artış %155.

Kompoze gübre son 1 yılda %132 zamlanarak 1,680 liradan 3 bin 900 liraya çıkmış. DAP gübresinin geçen yıl ton başına 2 bin 250 lira olan fiyatı %149 artarak 5 bin 600 lira seviyelerine çıkmış durumdadır.

SGK verilerine göre, ülkemizde 2009’da 1 milyon 16 bin 692 olan çiftçi sayısı, bu yılın Haziran ayı itibarıyla 541 bin 346'ya düşmüş durumda. 1990 yılında 28 milyon hektara yakın olan Türkiye'deki tarım alanları, son 30 yılda 4 milyon 720 bin hektar, yani %17 azalarak 23 milyon 136 bin hektara gerilemiştir.

2002’den 2019 yılına tarım ve hayvancılık ihracatı dolar bazında %214,2 artmışken, aynı dönemde ithalat artışı %490,2 olarak gerçekleşmiştir.

Çiftçinin bankalara borcu 148 milyar liraya yaklaşmışken, elindeki ürününü 3 kuruş kârla satmaya çalışırken nasıl oluyor da zarar eden  çiftçi yok?

Traktörü, hayvanı haczedilen çiftçiler varken, nasıl zarar eden çiftçi yok? Türkiye’de tarım küçülüyor, küçüldükçe üretim azalıyor, üretim azaldıkça da daha fazla ithalat yapılıyor. İthalat yapıldıkça fiyatlar daha da artıyor. Tarım bitiyor, çiftçi batıyor.

Ama zarar eden yok.

Söyleyeceğimiz tek şey toplumdan bu denli uzaklaşacak kadar ne yaşadınız Sayın Bakan!

Büyük zorluklarla KPSS ye hazırlanan binlerce öğretmen adayı yeni bir mağduriyet yaşıyorlar.

Binlerce öğretmen adayının 2020 KPSS de aldıkları puanların geçerlilik süresinin 1 yıl ile sınırlı tutulması mağduriyet içinde mağduriyet yaşatmıştır.

Bu insanlardan evli olan var, çocuk sahibi olan var, evinde bakmakla yükümlü olduğu anne babası olan var. Çeşitli zorluklara rağmen çalışıp sınavda belli bir puan almış adayların böylece mağdur edilmesi kabul edilebilir bir durum değildir.

2017, 2018, 2019 yıllarında olduğu gibi 2020 yılında da alınan KPSS puanlarının geçerlilik süresi 2 yıl olmalıdır.

Yeni bir yönetmelikle mutlaka bu mağduriyetler giderilmelidir, 2020 yılında KPSS puanını almış öğretmen adayları yeni alımlarda tercih yapabilmelidir.

Bir yanda okulların öğretmen ihtiyacı varken diğer yandan görevlerine ataması yapılmayan öğretmenler var. Bu çarpıklık acilen giderilmelidir.

30 yıl önce, Belgrad’ın mali ve siyasi desteğiyle Sırp güçleri, “Büyük Sırbistan”ı kurma amacıyla Bosna, Hırvatistan ve Kosova topraklarında işgal faaliyetlerine başlamıştı.

İşgal kampanyası, eski Yugoslavya’nın sınırlarını yeniden çizmeyi ve tek bir Sırp devleti oluşturmayı amaçlıyordu.

Sırpların hiçbir zaman pişmanlık duymadığı aksine övündükleri katliamlar silsilesi, Balkanların hafızasında acı izler bıraktı.

Katliamların yaşandığı o dönemde Millî Görüş Hareketi elindeki tüm imkânları kullanarak Bosnalı Müslümanların yanında olmuş, bu katliamlara karşı diplomatik, mali vd. tüm çaba ve gayretleri göstermiştir.

Gelinen noktada ırkçı emperyalizmin bir amaç olarak İslâm’ı ortadan kaldırma gayretinin bir ürünü olarak Bosna’da yeni bir işgalin ve yeni katliamların gerçekleştirilmesi adına ciddi çabaların olduğu görülmektedir.

BM’nin sanki bir koruma misyonu üstlenmiş gibi açıklamalar yapması, barış gücü bulunduruyor olması katillerin “gülen yüz” maskesi takmasına benzemektedir.

Zira Srebrenitsa’daki katliamın baş müsebbiplerinin başında Birleşmiş Milletler ve onun Hollandalı barış gücü askerleri bulunmaktadır.

Dayton Anlaşması ile istikrarsızlaştırılan bölgenin, Bosnalı Müslümanların egemenliğinin tanındığı adil bir statüye kavuşturulması elzemdir.

Dün Dayton’da kabul edilmek durumunda kalınan ve kaybedilen yüzbinlerce cana rağmen adeta katilleri ödüllendirilen bu anlaşma en kısa sürede yürürlükten kaldırılmalı, âdil bir egemenlik tesis edilmelidir.

Ülkemizin de bu noktada ciddi bir tavır almasını, başta Sırbistan olmak üzere bu işgali örtülü veya açık, doğrudan veya dolaylı destekleyen ülkelere karşı gerekli tüm girişimlerde bulunmaya davet ediyoruz.

Sırplara sesleniyoruz; yapacağınız herhangi bir işgal girişimi, 1992’de olduğu gibi dünyanın sessiz kalmasıyla sonuçlanmayacak, başta Türkiye olmak üzere, topyekûn bir İslâm âleminin gazabının üzerinize çökmesine neden olacaktır!

Saadet Partisi olarak Aliya’nın emaneti Bosnalı Müslüman Kardeşlerimizin daima yanında olduğumuzu ve olmaya devam edeceğimizi belirtmek istiyoruz.

Bu vesile ile başta Srebrenitsa’da katledilen siviller olmak üzere tüm Bosna Şehitlerine Allah’tan rahmet diliyorum.

Duâmız bir daha böyle acıların yaşanmamasıdır."


Sivil Düşünce Haber Portalı