Aksakal açıklamasındaşunları ifade etti:

2021 yılının üçüncü ayına girdik,

Esas itibariyle mevsimsel olarak ilkbaharın başlangıcı kabul edilen Mart ayı, eskilerin deyimiyle “dert ayı” olarak tanımlanmış, “Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır” diye de bir atasözünü literatürümüze armağan etmiştir.

Evet, maalesef Mart ayında halkımız muhtemelen “kazma kürek yakma” mecburiyetinde kalacak, zira önceki gün doğal gaz fiyatlarına yapılan zamla birlikte ısınma konusunda daha bir dikkatli davranma zorunluluğu kapımıza dayandı.

2020 yılında ekonomide dünya milletleri arasında Çin’den sonra yüzde 1,8 ile en yüksek büyüme oranını yakaladığımızı iddia eden TÜİK, nedense bu “istikrarlı” açıklamaları kapsamında Başkanını değiştirmek zorunda kaldı.

Umarım yeni Başkan daha gerçekçi ve daha bir ayakları yere basan kriterlerle görevden alınma korkusu yaşamadan ekonomik verileri tespit ederek halkın doğru bilgilenmesini sağlayabilir.

Ama biliyoruz ki halkımız genel olarak TÜİK rakamlarıyla değil, “cebine giren ve cebinden çıkanla” istatistikleri oluşturduğu için hadisenin gerçek boyutunu daha iyi tespit edebilmektedir.

Bugün açıklanan TÜİK verilerine baktığımızda enflasyon Şubat/2021 itibariyle yüzde 0,91 olarak gerçekleşerek, yıllık bazda yüzde 15,61’e yükselerek “istikrarlı” seyrini sürdürdüğü anlaşılıyor.

Her seferinde söylüyoruz ve söylemeye devam edeceğiz.

Üretmeden tüketmek, tükenmek demektir!

Mart ayı bizlere bir başka olayı daha hatırlatıyor;

ABD’nin kendilerince oluşturduğu Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında komşumuz Irak’ı Türkiye toprakları üzerinden gerçekleştireceği bir işgal planına imkan sağlayacak Tezkere’ye TBMM’nin vatansever milletvekillerinin 1 Mart 2003 tarihinde “Hayır” oyu vererek engellediği önemli bir tarihi dönemecin 18.nci yıldönümüdür.

İnanıyorum ki o gün bu tezkereye “evet” oyu verenlerin kahir ekseriyeti bugün,“keşke elim kırılsaydı da vermeseydim” diyecek kadar olayın vahametini anlamışlardır.

Zira Demokratik Sol Parti’nin başında bulunduğu 57.nci Cumhuriyet Hükümeti işte bu girişime geçit vermediği için küresel güçlerin saldırısına uğramış, o dönemin Başbakanı Bülent Ecevit neredeyse ölümle karşı karşıya bırakılmıştı.

Ama bugün görüyoruz ki, Amerika Birleşik Devletleri’nin bu emperyalist planlarına yeşil ışık yakarak “BOP’nin eş başkanlığını” üstlendiklerini övünerek, gururla beyan edenler, bugün gerçekten “kazın ayağının öyle olmadığını” görmüş, bölgemiz ve topraklarımızın bir kısmını da katarak sözde bir devlet kurma girişimlerine karşı inançlı ve kararlı bir mücadeleyi yürütür olmuşlardır.

Bundan da elbette memnuniyet duyarız.

Dün “Kahrolsun ABD emperyalizmi!” diyerek mücadele eden ülkenin yurtsever kitlelerine saldırarak “Kahrolsun komünistler” diyerek saldıranların, bugün Amerikan emperyalizmine ve onların politikalarına karşı eylem birlikteliğinde olmalarının, geçmişe dönük sorgulamasını bir kenara bırakıp sahiplenerek başarıya ulaştırılması gerektiğinin önemini vurgulamak isterim.

Ülkemizi ve tüm dünyayı esareti altına alan Covid-19 pandemisi kısıtlamalarında, Bilim Kurulunun tavsiyeleri ışığında hükümetin açıkladığı son kararlar gerçekten bu mücadeleyi başarıya ulaştıracak içerik ve mahiyetten uzak görüntü sergilemektedir.

Zira; yiyecek mekanlarının kademeli ve belli kriterlere bağlı olarak açılmasına izin verilmesinde, müşterilerden HES kodu istenmesi zorunluluğunun dikkate alınmamış olmasını büyük bir eksiklik olarak değerlendiriyoruz.

Umarım bu husus maddi bir hata olarak görülür ve yeniden düzenlenir.

Her konuda yerli ve milli olduğumuz söylenirken yerli aşı konusunda neden bu kadar zayıf kaldığımızın da izaha muhtaçtır.

Yoksa aklımıza “uluslararası ilaç tekellerinin ve yerli partnerlerinin konuya bir müdahalesi mi var” gibi çılgın sorular gelebilecektir.

Geçtiğimiz günlerde TSK tarafından gerçekleştirilen “Gara Operasyonu” sonrasında, PKK terör örgütünün siyasi ayağının Meclisteki HDP eliyle ayakta tutulduğu ve bu partinin bazı milletvekillerinin doğrudan irtibatla PKK yönetici kadrosuyla koordinasyon içerisinde olduğu hususları kamuoyu gündeminde yeterince yer aldı.

Bu doğrultuda başta HDP’li milletvekilleri olmak üzere haklarında fezleke düzenlenmiş olan tüm milletvekillerinin dosyaları Meclise getirilmiş, Adalet ve Anayasa Karma Komisyonuna ulaştırılmıştır. Bu dosyalar zaman geçirmeden ivedilikle bir sonuca kavuşturulmalı ve ilgilileri bağımsız yargıya tevdi edilmelidir.

Dokunulmazlıkların kaldırılması konusunda geçmişte yaşanan hadiseleri hepimiz yakından takip ediyoruz. Geçtiğimiz süreçte “herkesin dokunulmazlığı kaldırılsın” diyenlerin, bugün konu gündeme yeniden getirildiğinde “hele bir gelsin bakarız” türünden açıklamalarla topu taca atmaya çalışmaları, terörle mücadele konusundaki samimiyetlerinin de test edildiği bir süreç olacaktır.

Bu arada, TBMM Başkanı sayın Mustafa Şentop başta olmak üzere bazı iktidar sözcülerinin de dokunulmazlık fezlekeleri konusundaki tavrı ve tutumu, konuyu daha stratejik hesaplamalarla tavsatma, ya da Meclisteki boş sandalye sayısının otuza ulaşmayacak şekilde bir taktik geliştirecekleri, bir kısım dosyaları da yargının üzerine atarak “demokrasicilik” oynayacakları izlenimini vermektedir.

Aksi takdirde bir ara seçim yapılması ihtimali ortada durmaktadır.

Olası ara seçimin özellikle HDP’nin milletvekili çıkardığı seçim çevreleri olması itibariyle düşünüldüğünde iktidar partisi açısından da sıkıntılı ve riskli bir karar olacağı aşikâr ancak, bu hususun varlığı, T.C. devletinin geleceğinden öte bir öneme de sahip değildir diye düşündüğümüzü ifade etmek isterim.

Tabii bu arada bir başka önemli konu da sayın Enis Berberoğlu hakkındaki fezlekenin yeniden Meclis gündemine getirilmesi, sayın Ömer Faruk Gergerlioğlu hakkındaki kesin yargı hükmünün Mecliste okunması konularında nasıl bir tavır takınılacağı önümüzdeki günlerde tüm çıplaklığıyla gözlenecektir.

Bunun da iktidar açısından ayrıca bir samimiyet testi olacağı hususu gözden uzak tutulmamalıdır. 

Değerli basın mensupları,

Toplumsal ve bireysel yaşamımızda olduğu gibi siyasette de  “samimiyet ve doğrultu tutarlılığı”, Demokratik Sol Parti olarak en önemli ilkelerimizin başında gelmektedir.

Elbette görev üstlendiği dönemlerde ülkemiz menfaatlerine katkı koyacak düzeyde hizmetleri geçmiş bir siyaset adamı olması hasebiyle T.C.’nin 23.ncü Başbakanı Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ı ölümünün 10.ncu yılında ben de rahmetle anıyorum.

Erbakan, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı kararının uygulandığı dönemde Başbakan Yardımcısı idi.  O gün alınan kararlarda ve operasyonlarda Türk Milletinin birliği ve dirliği adına her türlü desteği ve katkıyı tereddütsüz sağlamış ve yerine getirmiştir.

Ancak; şu kadarını da söylemeye hakkımızın olduğu inancındayım.

Bireysel yaşamımızda olması gerektiği gibi siyasette de  “samimiyetsizlik” denilen kavram hepimizi rahatsız etmelidir.

Zira önceki gün gerçekleştirilen anma toplantısında, Erbakan’ın kendi söylemiyle “..bana bak numaracı CHP..” diyerek örnekleme yaptığı bir partinin temsilcilerinin de kendisine methiyeler düzmesini samimiyetsizliğin pik yapması olarak değerlendiriyorum.

Türkiye’de temiz siyasetin ve dürüstlüğün timsali olarak toplumun tümü tarafından örnek gösterilen Bülent Ecevit’in partisi DSP’nin Genel Başkanı olarak, bu ülkede 11.nci Cumhurbaşkanı ile birlikte “kayıp trilyon” davasındaki mahkûmiyet kararıyla bu cezasını evinde çekmesine “müsaade edilmiş” bir Başbakan olduğunu da unutmadığımızı belirtmek isterim.

Tabii aynı anma toplantısında, vefatından önce kendileri için “Siyonizmin kasiyeri oldu. O benim öğrencimdi. Ona yapması gerekenleri söyledim, ama dediklerimi yapmadı. Şimdi amacımız onu devirmek.” dediği siyasetçilerin temsilcilerinin de yer alması aynı düzeyde samimiyetsizliğin bir diğer örneğidir.

Bugün 3 Mart 2021. Hilâfetin kaldırılmasının 97. yılında hâlâ daha bu tür heves ve hayallerle yaşayanları aklıselime çağırmak isterim.

Dolayısıyla siyaset kurumu içerisinde yer alan herkesi, küresel sistemin boyunduruğu altına girmeyi reddeden ve ulusal kurtuluş savaşını, bu ülkenin tüm insanlarıyla birlikte kol kola, omuz omuza canları pahasına hayata geçiren gerçek Türk milliyetçisi büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün izinde ve ışığında hep birlikte yürümeye, Tam Bağımsız Türkiye idealini hayata geçirmeye davet ediyorum.

Değerli basın mensupları,

12 Eylül faşizminin dayattığı ve bu vesayetçi yapının parmak izlerinin yer aldığı bir anayasa yerine, gerçekten halkın özgür iradesiyle ve toplumun başta en zayıf kesimlerinin hak ve menfaatlerini güvence altına alan, evrensel normlarla bezenmiş bir Anayasa çalışması çağrısının yerine getirilmesi konusunda DSP olarak hazırlıklı olduğumuzu burada belirtmek isterim.

Ancak, yeni Anayasa kavramını öne atarak 1921 Anayasasına atıfta bulunmak suretiyle ortaya konulan düşüncelerin perde gerisinde “devletin dini islâmdır” hükmünü geri getirmek suretiyle gündemi meşgul edenlerin, aslında yeniden hilafetin önünü açma düşüncesinde oldukları da dikkatlerden kaçırılamayacak öneme haiz bir husustur.

Dün sayın Cumhurbaşkanı tarafından bu sürece psikolojik katkı sağlaması amacıyla "Özgür birey, güçlü toplum, daha demokratik bir Türkiye" vizyonuyla bir İnsan Hakları Eylem Planı açıklandı.

Bu Eylem Planının belirlenen 11 ilkesi mevcut yasalarımızda,  anayasamızda var olan ve kimsenin de karşı çıkmadığı genel prensiplerden ibaret olduğu görülmektedir.

9 amaç, 50 hedef ve 393 faaliyetten oluşan Eylem Planı incelendiğinde önemli ölçüde herkesin kabul edebileceği, gerçekleştirilmesinden memnuniyet duyabileceği hususları içermektedir.

Ancak şunu da açıkça belirtmek gerekirse, kamuoyu ile paylaşılan içeriği itibariyle incelendiğinde gerçek anlamda reform diye tanımlanabilecek başlıkların çok olmadığı görülecektir. Geri kalan maddelerin büyük çoğunluğu yürürlükteki mevzuatta yer almakla birlikte gerektiği ölçüde uygulanmadığı kendilerince de tespit edilmiş, bir reform niteliği taşımaktan öte iyi niyet girişimleri, isabetli ve hümanist yaklaşım içeren hususlardır.

Küçümsenmemeli, aksine işlerlik kazandırılması yönündeki çalışmaların yakın takibe alınarak desteklenmesi gereklidir diye düşünüyoruz.

Bildiğiniz gibi 12 Aralık 2020 tarihinden itibaren Cumhurbaşkanı, TBBM Başkanı, Cumhurbaşkanı Yardımcısı, Adalet Bakanı, parlamentoda yer alan CHP, İYİ Parti, SP, DP ve BBP Genel Başkanlarına bizzat götürerek takdim ettiğimiz Ekonomi, Hukuk, Demokrasi ve İnsan Hakları Reformu Öneriler çalışmamızda yer verdiğimiz konuların yüksek yargı mensuplarının belirlenmesindeki kriterler, Hakim yardımcılığının getirilmesi, Sulh Ceza Hakimliklerinin kararlarına karşı nitelikli itiraz mekanizmasının kurgulanması gibi önerilerimiz başta olmak üzere bir çok diğer önerilerimizden istifade edilmiş olduğunu görmekten de ayrıca memnuniyet duyduğumuzu ifade etmek isterim.

DSP olarak toplumsal yönetimin her kademesinde yer alan, siyasi yapısı ne olursa olsun tüm kurumlara gerekli katkıyı vermeye devam edeceğimizi bu vesile ile bir kez daha teyit etmek istiyorum.

Elbette, gerçek bir demokrasi zemininde insanca ve hakça bir düzenin oluşturulmasına katkı koyabileceğine inandığımız bu ilke ve hedeflerin tümüyle hayata geçirilebilmesi, medeni dünya içerisinde büyük önder ATATÜRK’ün de hedef olarak gösterdiği çağdaş medeniyetler seviyesine erişme yolunda önemli bir kilometre taşı olacaktır.

Yeterli midir?

Tabii ki yeterli değildir, devleti yönetecek olan siyasi mekanizmaların da demokrasi ve hakkaniyet ölçütlerinde oluşturulması adına başta Siyasi Partiler Yasası ve Seçim Yasalarında yapılacak değişikliklerin de zaman geçirmeden Meclis gündemine getirilmesi önem arz etmektedir.

Eğer gerçekten demokrasi isteniyorsa, eğer gerçekten bu milletin insanca ve hakça bir düzende mutlu, müreffeh bir yaşam sürmesi arzu ediliyorsa tüm komplekslerinden arınmış bir siyaset anlayışıyla vatanın ve milletin birliği, bölünmez bütünlüğünü perçinleyecek demokratik değişim süreci başlatılmalıdır. Güçlü bir ekonominin güvencesi güçlü bir Hukuk Reformudur. Bunun da mütemmim cüzü “Bağımsız Yargı” dır.

Değerli basın mensupları,

ABD’nin Türkiye, Ortadoğu ve Doğu Akdeniz konularındaki genel stratejilerinin çerçevesini burada uzun uzadıya anlatmamızın pratik bir faydası olmamakla birlikte, yeni Başkan’ın göreve gelmeden önceki dönemlerde ülkemiz siyasetini şekillendirme amacına yönelik söylemlerini yakından biliyoruz.

Hangi gerekçe ile olursa olsun hiç kimsenin ve hiç bir devletin kendi geleceğimizin şekillenmesi konusunda fikir beyan etmesini asla kabul etmeyiz.

Emperyalist sistemin bölgemiz üzerindeki heves ve hayalleri değişmemiştir ve değişmeyecektir. ABD özelinde Başkan değişikliğinin gerçekleşmiş olması, onların mevcut politikalarında da değişiklik olacağı anlamını taşımamaktadır.

Zira Ortadoğu’da 22 ülkenin sınırlarını yeniden belirleme üzerine kurgulanmış olan BOP projesi ortadan kaldırılmış değildir, tam aksine her geçen gün hedefine adım adım ilerlemektedir. Türkiye olarak geçmişte yapılan hatalardan ders çıkartarak stratejilerimizi güncellemeliyiz.

Gerek güney doğu sınırımız komşu bölgelerde oluşturulma çalışmaları sürdürülen “sözde devlet” yapılanmalarına karşı, gerek kuzey doğumuzda Ermenistan eliyle yeni bir cephe yaratma girişimlerine karşı ve gerekse Ege ve

Akdeniz’deki hak ve menfaatlerimiz noktasında geliştirilen tahriklere karşı uyanık olmak zorundayız.

Bu gibi milli konularda, iç siyasi çekişmelerin gerekçelerini bir kenara koyabilme erdemini de göstermeliyiz.

Türkiye, tam bağımsızlık idealine olan bağlılığından, lâik demokratik Cumhuriyete olan inancından, Atatürk ilke ve devrimlerine olan sadakatinden asla taviz vermemeli ve bir tereddüt yaşamadan iktidarıyla, muhalefetiyle omuz omuza bir görüntü sergileyerek milletinin birliğine ve vatanın bütünlüğüne sahip çıkmalıdır.” Sözlerine yer verdi.''