İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, partisinin grup toplantısında gündeme dair açıklamalarda bulundu. Akşener konuşmasında şu ifadelere yer verdi:

"Bugün, grup toplantımızda,

Emeklilikte Yaşa Takılanlar Federasyonu Genel Başkanı,

il dernek başkanı ve yöneticilerini misafir ediyoruz.

Kendilerine hoş geldiniz diyorum.

Kanunun gerektirdiği, prim ödeme gün sayısını doldurduğu halde,

yaklaşık üç milyon insanımız, yaş nedeniyle emekli olamıyor.

Yaklaşık 1,8 milyon insanımız da, önümüzdeki dönemde, maalesef emeklilikte yaşa takılacak.

Yani bugün, yaklaşık 4,8 milyon halen çalışan veya geçmişte çalışmış olan vatandaşımız, EYT mağduru.

Ailelerini de kattığımızda, 20 milyon insanımız mağdur.

Ortada böyle büyük bir mağduriyet olmasına rağmen,

iktidar, bu insanlarımıza, “emekli olamazsın gençsin” diyor,

özel sektör ise, “çalışamazsın yaşlısın” diyor.

8 bin gün, 9 bin gün, 10 bin gün, prim ödemiş çalışanlarımıza,

sen emekli olamazsın demek, haksızlıktır, düpedüz zulümdür.

Bu kadar basit.

Biz İYİ Parti olarak, kurulduğumuz ilk günden beri,

EYT’li kardeşlerimizin yanındayız.

Bu kardeşlerimiz, primlerini ödemişler,

dolayısıyla, alacakları emekli maaşını hak etmişler.

Uyguladığınız yalan yanlış politikalar, ve iş bilmezliğiniz yüzünden ortaya çıkan,

sosyal güvenlik kurumu açıklarının bedelini, bu insanlarımıza ödetemezsiniz.

Kimse merak etmesin,

İYİ Parti iktidarında bu mağduriyeti gidereceğiz.

Hesabını kitabını yaptık.

Devletin, bu konuda katlanacağı maliyeti de hesapladık.

Yapacağımız EYT düzenlemesi, bir sosyal yardım değil, haktır.

EYT grubunda yer alan, prim gün sayısını doldurmuş 3 milyon insanımız,

yapacağımız düzenlemeden yararlanabilecek.

Diğer emekliler gibi, sağlık imkanlarına, tam olarak erişebilecekler.

Ayrıca, herhangi bir başvuru dönemi de öngörmüyoruz.

Yani, EYT’liler, istedikleri zaman müracaat edip, düzenlemeden faydalanabilecek.

Önümüzdeki dönemde, prim gün sayısını doldurarak EYT’li olacak,

1,8 milyon insanımız da, bu düzenlemeden yararlanabilecek.

Ayrıca, bu düzenlemeden yararlanacak kardeşlerimiz,

istedikleri zaman, yeniden işgücü piyasasına dönebilecek.

Meclis Grup Başkanvekilimiz, Erhan Usta kardeşim ve ekibi,

bu mağduriyeti gidermek için, EYT’li kardeşlerimizle yakın bir biçimde çalıştı.

Kendisine ve emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.

Allh’ın izniyle, İYİ Parti iktidarında,

el ele verip, EYT sorununu, tarihin tozlu raflarına kaldıracağız.

Ayrıca bugün aramızda,

782 gündür kayıp olan, Gülistan Doku kızımızın ailesi var.

Keşke sizi, çok daha iyi şartlarda ağırlayabilseydik.

Keşke sizi, bugün burada Gülistan’la birlikte ağırlayabilseydik.

Ama olamadı.

Maalesef Gülistan, 2 yıldan uzun bir süredir kayıp.

Şayet genç bir üniversiteli kadın, 2 yıldır kayıpsa,

bu memlekette, kadınlar güvende diyemeyiz.

Kadın cinayetlerinin, önüne geçemeyiz.

Kadına yönelik şiddete, dur diyemeyiz.

Ve şayet kadınları koruyamazsak, hiçbirimiz memlekette huzurla yaşayamayız.

Bu vesileyle buradan, çiçeği burnunda Adalet Bakanı ile İçişleri Bakanı’nı,

göreve çağırmak istiyorum.

Ayrıca, İYİ Parti olarak biz de;

meclis bünyesinde bir araştırma komisyonu kurularak,

bu olayın, tüm yönleriyle aydınlatılması için, gereken her türlü katkıyı vereceğiz.

Gülistan kızımızın değerli ailesi;

Toplantımıza şeref verdiniz.

İYİ Parti olarak, acınız acımızdır.

Kadınların iyiliği, kurulduğumuz ilk günden bu yana,

bizim için siyasetin, ve gündelik tartışmaların üstündedir.

Gülistanlar kaybolmasın, Cerenler yaşasın,

ve aileler, bir daha böyle acılarla karşılaşmasın diye,

üzerimize düşen ne varsa, yapmaya hazırız.

Aziz milletim;

Eskiden, Sayın Erdoğan’ın söyledikleri birbiriyle, aylık ya da yıllık bazda çelişirdi.

Ama gelinen noktada artık bu arkadaşımız,

haftalık bazda bile, kendisiyle çelişir oldu.

Artık her hafta, bir önceki hafta söylediğini unutup, farklı bir şey söylüyor.

Sandık sıkıştırmaya başlamış, panik büyük…

Mesela geçen hafta;

Zamların yüksekliğiyle ilgili, muhalefetin yaygara yaptığını,

her şeyin olağanüstü iyi olduğunu söylerken;

Bu hafta çıkıp;

“Ülkenin kazancından hep birlikte istifade ettik.

Külfeti de, hep birlikte sırtlayacağız.” dedi.

Haliyle ben de, şimdi sormak istiyorum:

Madem geçen hafta, her şey yolundaydı,

madem biz yaygara yapıyorduk,

o zaman, bu haftaki külfet nereden çıktı Sayın Erdoğan?

Ayrıca;

“Ülkenin kazancından hep beraber istifade ettik” diyorsun da;

Sen, yandaşlarının gönlü olsun diye;

Milletimizin vergilerini çarçur ederken;

Bu ülkede anneler, çocuklarına mama alamaz hale geldiler.

Sen;

Sarayda sefa sürerken;

Bu ülkede gençler, tatile gitmenin hayalini bile kuramaz haldeler.

Sen;

Danışmanlarına, 5-10 maaş bağlarken;

Bu ülkede öğretmenler, atanıp, tek maaşa bile kavuşamıyorlar.

Sen;

Bu millete, sabırdan, fedakarlıktan ve külfeti sırtlamaktan bahsedecek en son kişisin.

Akıl dışı, plansız ve beceriksiz yönetim anlayışınla,

ülkemizin kaynaklarını, har vurup harman savurdun.

Milletimizin cebinden aldığını, yandaşının cebine koydun.

Şimdi de çıkmış;

Ölümü gösterip, sıtmaya razı etmeye çalışıyorsun.

Çok beklersin!

Şayet, işlediğin tüm günahlara rağmen,

bu milletin seni, bir kez daha, yılgın bir hoşgörüyle benimseyeceğini sanıyorsan,

çok yanılıyorsun.

Bu büyük millet, artık her şeyin farkında.

Ak Parti iktidarı, artık yok.

Bu artık bir zaman meselesi.

Göstermelik tedbirlerinizle, bu milleti, daha fazla oyalayamazsınız.

Kepçeyle aldıklarınızı, kaşıkla vererek, bu milleti, daha fazla kandıramazsınız.

Hamasi masallar anlatarak, ilk sandıkla gelecek o kaçınılmaz sondan, daha fazla kaçamazsınız.

Bunu böyle bilesin.

Aziz milletim;

20 Ocak 2020’den beri, il il, ilçe ilçe sürdürdüğümüz ziyaretlerimizde,

1’inci Türkiye turumuzu tamamlamak üzereyiz.

Allah nasip ederse, en yakın zamanda da, 2’inci turumuza çıkacağız.

Ziyaretlerimde nelerle karşılaştım biliyor musunuz?

Kazancı, kirasını bile karşılamayan, esnaflarla karşılaştım.

Tencere kaynatmakta zorlanan, annelerle karşılaştım.

Çocuğuna çikolata bile alamayan, babalarla karşılaştım.

Yaşından büyük dertlerin sahibi, çocuklarla karşılaştım.

Sınavdan 98 puan almasına rağmen, 58 puanlı rakibine elenen,

Ak Partili dayısı olmadığı için, ortada bırakılan gençlerle karşılaştım.

Büyüyen ama büyütemeyen,

Okuyan ama okutamayan,

Girdiği sınavları kazanan, ama bir türlü atanamayan, öğretmenlerle karşılaştım.

Üretebilmek için borca giren, ama borcunu ödeyemediği için,

tarlasını satmak zorunda kalan, çiftçilerle karşılaştım.

Girdiğim dükkânlarda, gezdiğim sokaklarda;

Her sosyal çevreden, her yaş grubundan, her görüşten, insanımızla karşılaştım.

Bunca yıllık deneyimime rağmen,

Milletimizin ferasetinden, milletimizin irfanından, çok şey öğrendim.

Bu 2 yıl boyunca karşılaştığım hikâyeleri, dinlediğim dertleri,

ve bunlar için ürettiğimiz çözümleri de,

her hafta bu kürsüden, sizlerle paylaştım.

Paylaşmaya da ısrarla devam edeceğim.

Milletimizin yaşadıklarını görmeyenlere,

sesini duymayanlara,

dertlerini, taleplerini umursamayanlara inat;

milletimizin gerçeklerini, tüm Türkiye’ye anlatmaya devam edeceğim.

Biliyorsunuz, Pazartesi günü, Mersin’deydim…

Esnaf ziyaretlerine başlamadan önce,

Erdemli’de bulunan bir narenciye fabrikasını ziyaret ettik.

Fabrikadaki, çoğu kadın olan, işçi kardeşlerimizle dertleştik.

Hepsi de gencecikti…

Aralarından, 24 yaşında genç bir kızımız;

Cizre’ye bağlı bir köyde doğmuş, ailesiyle birlikte Erdemli’ye taşınmış.

Hani Anadolu’da güzel bir söz vardır;

“Doğduğun yer değil, doyduğun yer” diye…

Ben de bu kızımızı dinlerken, tam olarak böyle söyledim.

Bana ne cevap verdi biliyor musunuz?

“Hiçbir yerde doyamadık…”

Cevabın ağırlığına, durumun vehametine bakar mısınız?

24 yaşındaki bir genç kızımızı, bu duruma düşürenler utansın!

Yazıktır, günahtır…

Akdeniz’de uğradığımız kuyumcu bir kardeşim dedi ki:

“Altını geçtik, insanlar artık gümüş satmaya başladılar.

Yastık altında altın kalmadı.

Gümüşe geçtiler, gümüş bozduruyorlar.”

Hani, Sayın Erdoğan ve ekonomi ekibi,

beceriksizliklerini toparlamak için,

son çareyi, yine milletimizin cebine göz dikmekte,

yastık altındaki altınlara, el uzatmakta bulmuştu ya…

İşte size milletimizin durumu.

Erdemli’de tantuni dükkânı işleten bir esnaf kardeşim diyor ki;

“Vergi ve zamlarla boğuşuyoruz.

Elektrik 650 lira geliyordu, 1325 lira geldi.”

Akdeniz’de giyim mağazası olan bir kardeşim;

“Sabahtan beri, 50 lira satış yaptım.

4850 lira, elektrik geldi.

Dükkânım kira.

Kiraya çalışıyoruz, ama kirayı da çıkaramıyoruz.” diyor.

Tarsus’ta telefoncu bir kardeşimse;

“Sabahtan beri siftah olmadı.

Dükkân kira.

Sandıkta gereken cevabı vereceğiz.” diyor.              

Tarsus’ta, çiğ köfte dükkânında çalışan bir kardeşim;

“Eskiden 40-45 kilo çiğköfte satıyorduk, artık 25 kilo satıyoruz.

Asgari ücretin biraz üstüne çalışıyoruz.

3 çocuğum var.

Tek umudumuz seçimin gelmesi, başka çare yok.

Hiçbir şeye yetişemiyoruz.” diyor.

 

Akdenizli bir vatandaşımız diyor ki;

“İki kız çocuğum var.

Cebime giren 3500 lira.

Babam emekli, bana yardım ediyor.

Çocuğun mamasına, sütüne zor yetişiyorum.” diyor.

Erdemli’den bir çiftçi kardeşim;

“100 kilo limon satıp, 1 çuval gübre alabiliyorum.

10 kilo limon satıp, 1 litre mazot alabiliyorum.” diyor.

İşte size, Mersin gibi, memleketimizin zengin illerinden birinde,

milletimize reva görülen tablo…

Hatta Erdemli’de, bu tabloyu çok net anlatan bir kardeşimizle karşılaştım.

Dedi ki;

“Zam yaptı, bunu cebimize koydu.

Ama sonra cepte olanları da aldı gitti.

Öyle bir durum.”

Evet, işte tam olarak, böyle bir durum…

Yazıklar olsun.

Aziz milletim;

Milletimize sırtını dönen,

Cumhuriyetimizin tüm birikimlerini de yok saymayı seçen, Ak Parti iktidarının,

son dönemdeki fobisi de, sanat oldu…

Bu durum artık bir saplantı haline geldi.

“Sanatkâr el öpmez; sanatkârın eli öpülür.” diyen, o büyük vizyondan,

Sanatçılarımızı, her fırsatta yargılayan, hedef gösteren ve tehdit eden,

bir vizyonsuzluğuna geçiş yaptık.

Biliyorsunuz, geçtiğimiz günlerde, Tarkan bir şarkı çıkardı.

Yaşadığımız bu kötü günlerin, geride kalacağını söyleyen, umutvar bir şarkı…

Ama nedense bu şarkı, bazılarına çok ağır geldi.

Bu öyle garip bir zihniyet ki;

“Bu kötü günler geride kalacak” diye,

şarkı söylenmesine bile tahammülleri yok.

Şarkıda küfür yok.

Hakaret yok.

Umut var.

Ama bu arkadaşların, o umuda bile alerjileri var.

Kimlere alerjileri yok biliyor musunuz?

Mesela,

Kendilerini eleştirmek yerine, “kuzu kuzu” oturanlara alerjileri yok.

Mesela;

Havuz medyasındaki “dilli düdüklere” alerjileri yok.

Mesela;

İhaleleri “Hüp diye” götüren, “a-acayip” müteahhitlere alerjileri yok.

Aslında, Tarkan “Geççek” diye şarkı yapınca, arıza çıkarmaları çok normal.

Çünkü hiç geçmesin, hiç bitmesin istiyorlar.

Mesela;

Türk lirasını pula çevirelim.

Enflasyonda dünya rekoru kıralım.

Ama sürdüğümüz sefa, hiç bitmesin istiyorlar.

Mesela;

Her yıl daha fazla vergi toplayalım.

Milletin, adeta ümüğünü sıkalım.

Topladıklarımızı da, yandaşa dağıtalım.

Ama bu eğri düzen, hiç bitmesin istiyorlar.

Mesela;

Ne kadar beceriksiz, kifayetsiz varsa;

5 maaş, 10 maaş bağlayalım.

Yeğeni, gelini, kayınçoyu, yönetim kurullarına atayıp, zengin edelim.

Ve bu utanmazlık hiç bitmesin istiyorlar.

Buradan iktidara seslenmek istiyorum;

Türkiye’de herkes, sanatını icra etmekte özgürdür.

Kimi neşeli müzik yapar, kimi protest müzik yapar.

Kimi över, kimi eleştirir.

Size düşen, aynı rahmetli Özal gibi,

aynı rahmetli Demirel gibi, onlara saygı göstermektir.

Bu kadar basit.

Bu ülkenin sanatçısıyla, bu milletin dinlediği müzikle uğraşacağınıza,

oturun kendi işinizi yapın.

Bu ülkenin sorunlarını, milletin dertlerini çözmenin peşinde koşun.

En azından giderayak, bu millete bir faydanız dokunsun.

Çünkü, er ya da geç, o sandık “gelcek”.

Ağlasanız da, sızlansanız da,

milletin başına bela ettiğiniz bu ucube sistem, geldiği gibi “gitçek”.

Siz isteseniz de, istemeseniz de, bu çile “bitçek”.

İYİ Parti yetkiyi aldığında,

milletimize reva gördüğünüz bu kabus, elbette “GEÇÇEK”.

Değerli dava arkadaşlarım;

Ak Parti iktidarının, sanata gösterdiği bu agresif tavır,

iş, devletin kurumlarını arpalığa çevirmeye gelince,

yerini olağanüstü bir hoşgörü ve anlayışa bırakıyor…

Ak Parti iktidarının peşkeş treninin, son durağı PTT.

Biliyorsunuz, otoyol ve köprü geçişlerinde kullanılan HGS’nin,

satış ve tahsilat yetkisi, PTT’ye aittir.

Ama PTT, belli bir ücret karşılığında, bankalara da, HGS satış yetkisi verebilir.

Buraya kadar bir sorun yok.

Yalnız bir de, PTT’nin, yüzde 40 hissesine sahip olduğu, PTTeM isimli bir şirket var.

Bu şirketin, yüzde 60 hissesi, Hakan Çevikoğlu adında bir kişiye ait.

Yani devletin kurumu PTT, bir vatandaşımızın küçük ortağı olmuş.

Bu şirket, “pttavm.com” internet sitesi üzerinden satış yapıyor.

Tüm satış ve tahsilat yetkisi PTT’nin elinde bulunan HGS,

ne hikmetse, bu site üzerinden satılıyor.

Hatta HGS yüklemek için, PTT’nin resmi internet sitesine girerseniz,

“İnternet üzerinden PTT müşterileri için, yalnızca “pttavm.com” adresinden yükleme yapılmaktadır.

Başka bir siteden, yükleme yapılmamaktadır.” şeklinde,

ilginç bir açıklamayla karşılaşıyorsunuz.

Ayrıca, e-devletten HGS yüklemek için, ilgili sekmeleri takip ettiğinizde,

yine “pttavm.com” sitesine yönlendiriliyorsunuz.

Şu olaya bakar mısınız?

Vurgunun büyüklüğüne bakar mısınız?

PTT’nin HGS satış ve tahsilat yetkisi,

PTT’nin küçük ortak olduğu, PTTeM isimli şirkete devredilmiş,

bankalardan talep edilen yetkilendirme ücretleri de,

büyük bir hoşgörü gösterilerek, talep edilmemiş.

Yani;

PTT, kendi resmi internet sitesi üzerinden, doğrudan HGS satışı yaptığında,

tahsilatın tamamı, kendi kasasında kalacakken,

bu dahiyane yöntem sayesinde, tüm HGS satış gelirlerinin yüzde 60’ı,

PTTeM şirketine, hiçbir gerekçe olmadan bırakılmış.

Gerçekten ibretlik.

Bu konunun takipçisi olacağız.

Hem meclis çatısı altında, hem de diğer alanlarda, bu vurgunun peşini bırakmayacağız.

Milletimize külfeti sırtlamayı öğütleyenlerin,

devletin gelirleriyle, eşin dostun yandaşın sırtını sıvazlamasına, izin vermeyeceğiz.

Değerli milletvekili arkadaşlarım;

Dış politika ve onun iletişim dili olan diplomasi;

devlet aklı, birikim ve ciddiyet ister.

Diplomasi, usta ellerde şekillendirilmesi gereken bir sanattır.

Ancak maalesef, Sayın Erdoğan ve arkadaşlarının elinde,

bu sanatın da, yok oluşuna şahit oluyoruz.

Ak Parti iktidarında, ülkemizde, ne devlet aklı kaldı, ne de birikim kaldı…

Ciddiyet ise Ak Parti’nin lügatında zaten hiç var olmadı.

Nerede torpilli eş-dost varsa,

nerede eski vekil varsa,

nerede eski bakan varsa,

nerede ayak altından çekilmesi gereken, bir siyasi tortu varsa,

gittiler, büyükelçi yaptılar.

Cumhuriyetimizin ruhuyla şekillenmiş olan hariciyemizi,

gittiler, Ak Parti’nin geri dönüşüm kutusuna çevirdiler.

Defalarca uyardık.

“İç politikada rüzgâr yakalamak için, dış politikayı kullanmayın.” dedik.

“Diplomasiyi, kankalık ilişkilerinize göre değil, millî çıkarlarımıza göre yürütün.” dedik.

“Kafanıza göre takılmayın, muhalefetle istişare edin, dışarıya karşı yek vücut duralım.” dedik.

Ama dinletemedik…

Nitekim, Ak Parti’nin sergilediği dış politika performansına baktığımız zaman;

akılcılığın yerini, bireysel hırsların,

millî çıkarlarımızın yerini, Sayın Erdoğan’ın gönül bağlarının,

istişare ve ortak aklın yerini, ben bilirimciliğin aldığını görüyoruz.

Değerli dava arkadaşlarım;

Uluslararası İlişkilerde; “caydırıcılık politikası” diye bir kavram vardır.

Bu kavram;

Devletler arasındaki ilişkilerde,

verilecek karşılık ve sonuçları konusunda şüphe uyandırarak,

bir devleti, olası tehditkar eylemlerinden vazgeçirme politikasıdır.

Yani, potansiyel yaptırımlar üzerinden caydırma politikasıdır.

Biliyorsunuz, Ukrayna’da bir kriz yaşanıyor.

Ama Sayın Erdoğan ve ekibinin,

uluslararası ilişkilerin, “caydırıcılık politikası” gibi, en temel prensiplerinden uzak,

birbirlerini boşa düşüren, açıklama ve davranışları,

hem NATO, hem de Rusya nezdinde, Türkiye’yi kırılgan bir duruma düşürdü.

2008 yılında, Osetya ve Abhazya’nın, Gürcistan’dan koparılması,

2014 senesinde, Kırım’ın ilhak edilmesi,

ve şimdi de, Donbas ve Luhansk’ın, Ukrayna’dan koparılmak istenmesi;

Rusya’nın, coğrafi olarak genişleme stratejisinin, bir sonucudur.

Bunun da ülkemize, kaçınılmaz olarak, yansımaları olacaktır.

Biz İYİ Parti olarak, her şeyden önce;

Devletlerin toprak bütünlüğüne, ve tam egemenliğine,

saygı duyulması gerektiğini düşünüyoruz.

Bir ülkenin egemenlik sahasının,

başka bir egemen devlet tarafından, ihlal edilmesine karşıyız.

Bu çerçevede;

Saldırıya uğrayan devletin,

Uluslararası hukuktan, ve Birleşmiş Milletler Şartı’nın, 51’inci maddesinden doğan,

meşru müdafaa hakkını da tanıyoruz.

Bu bağlamda, Rusya öncelikle;

İşgal ve ilhak ettiği Kırım’dan çekilmelidir.

Ak Parti, Uygur Türkü kardeşlerimiz için takındığı pısırık tavrı,

Kırım Türkü kardeşlerimiz için de, takınıyor olsa da;

Biz, İYİ Parti olarak,

Rusya’nın, Kırım Türklerine yönelik baskısına, son vermesini,

soydaşlarımızın insani ve kültürel haklarına yönelik ihlallerin,

ivedilikle durdurulmasını talep ediyoruz.

Ayrıca;

Ukrayna gibi ,egemen bir ülkenin sınırına asker yığarak,

ülkelerin toprak bütünlüğüne yönelik, tehdit oluşturulması,

günümüzde, kabul edilebilecek bir tutum değildir.

Rusya’yı, bir an önce, bu askeri tahkimatına son vermeye,

ve askerlerini geri çekmeye çağırıyoruz.

Bu gerilimli ortama rağmen;

İktidarın, Türkiye’nin Ukrayna’ya SİHA satışına devam etmesi yönündeki kararını,

olumlu buluyoruz.

Ukrayna, Türkiye için savunma sanayisinin gelişiminde,

kritik rol oynayabilecek bir ülkedir.

Bu alandaki iş birliğinin, geliştirilmesini ve derinleştirilmesini destekliyoruz.

Biliyoruz ki, Rusya’nın,

NATO’nun genişlemesi ile de, bağlantılı olarak,

kendi güvenliğine dair, kaygıları var.

Ancak bu kaygıların giderilmesi, bir savaş tehdidi üzerinden olamaz.

Bu bağlamda da;

Bir yandan Rusya’yı, diğer yandan da, NATO müttefiklerimizi,

bir an önce, yapıcı bir gündem üzerinde çalışmaya davet ediyoruz.

Bu gündemin, Avrupa güvenliğine dair,

yeni bir şemsiye oluşturmaya yönelik olacağı, oldukça açık.

Silahsızlanma, silahların denetimi, güven arttırıcı önlemler,

ve siber güvenlik gibi alanlara odaklanacak bu müzakerelere,

ülkemizin en iyi şekilde hazırlanması gerekiyor.

Bunun için de;

Devlet yönetiminde, uzmanlığa değer veren,

kurumsal mekanizmaları ön plana çıkaran,

liyakati ve ciddiyeti esas alan,

bir yaklaşım kritik öneme sahip.

O nedenle, her zaman söylediğimiz gibi;

Milletimizin hayatına kara bulut gibi çöken,

Kurumlarımızın ruhuna zarar veren,

Ülkemiz için artık bir milli güvenlik sorununa dönüşen,

bu ucube sistemden, acilen kurtulmamız şart.

Değerli dava arkadaşlarım;

7’den 77’ye hepimiz,

Ak Parti’nin, kendilerinden ve yandaşlarından başka kimseye,

en ufak faydası olmayan, berbat politikalarından,

nasibimizi fazlasıyla aldık, almaya da devam ediyoruz.

Bay Kriz ve arkadaşları, yıkıma tam gaz devam ederken,

hemen her sektör, karşılaştıkları derin sorunlarla mücadele etmeye çalışıyor.

Geçen hafta, enerji sektörünü konuşmuştuk.

Bugün ise, eğer hemen bir çözüm üretilmezse, kaybolma riskiyle karşı karşıya kalacak,

bir başka önemli sektörümüz olan, arıcılıktan bahsetmek istiyorum.

Üretimde dünya ikincisi olmamıza rağmen,

İhracatta, hâlâ 22’inci sırada olduğumuz, arıcılık sektörü,

özellikle de çocuklarımızın gelişimi açısından, büyük önem taşıyor.

Dünyada, bal üretiminde ikinci,

kovan sayısında da, üçüncü olmamıza rağmen;

Çin, üretiminin, yüzde 27’sini ihraç ederken,

Biz, ancak yüzde 5’ini ihraç edebiliyoruz.

Çin, kovan başına, yaklaşık 49 kilo bal alırken,

Biz, yalnızca 11 kilo alabiliyoruz.

Ancak, hâl böyleyken;

Çiftçi düşmanı Tarım Bakanı,

Kaç yıldır o koltukta oturmasına rağmen,

“Bu durum neden böyle oldu acaba?” diye, hiç kendisine sormuyor.

Son 5 yılda, kovan başı bal verimi,

Neden, 14 kilodan 11 kiloya düşmüş, hiç merak etmiyor.

Kovan sayısı artsa da, çerçeve sayısı aynı kalacağı için,

üretimin artmayacağı, aklına bile gelmiyor.

Hatta;

Türk Tarımı’nı bitirmeyi, adeta kendisine misyon seçmiş, bu enteresan arkadaşımız;

Merkez birliği seçimlerini kaybedince,

yaptığı protokolü iptal ederek, sektörü birbirine düşürüp,

sonra da, olanları en ön sıradan seyretmeyi tercih etti.

Yani arıcılık sektörünün sorunlarına çare üreteceğine;

üretime, verimliliğe, rekabete odaklanacağına,

her zaman yaptığı gibi, problemin bizzat kendisi oldu.

Buradan, Tarım Zararlısı Bakan’a seslenmek istiyorum;

Siz abuk sabuk demeçler vermeye odaklanırken;

arıcılık sektörü, sorunlarına kulak vermenizi bekliyor.

Mesela;

Hani, yangını söndürmek için, Sayın Erdoğan’dan talimat beklediğiniz ormanlar var ya;

İşte orada, çam balı üretimi yapan arıcılarımızın,

yanan orman alanlarından, mahrum kalmasına, nasıl çözüm bulacaksınız?

Onu duymak istiyor.

Mesela;

Basra böceğinin yayılım alanı, yanan alanlardan göç yolları,

ve gezginci arıcıların, nerelere gideceğine dair, çözümlerinizi öğrenmek istiyor.

Mesela;

Arıcıların, artan girdi maliyetlerini karşılamak için,

ne yapmayı düşündüğünüzü merak ediyor.

Değerli dava arkadaşlarım;

Bu arkadaş, boyundan büyük siyasi mesajlarla, patronuna şirinlik yaparken;

Arıcılıkta, kışlatma ve güçlendirme için, ana girdi kalemi olan şeker fiyatları, aldı başını gitti.

Piyasada bir çuval toz şeker, 460-470 lira olmuş.

Hızla 500 liraya doğru gidiyor.

Bu ne demek biliyor musunuz?

Kovan başına, en az 141 lira maliyet demek.

Peki, bu ne demek?

Kovan başına, 3,3 kilo bal demek.

Yani;

Üretici, kovandan aldığı 11 kilo balın, 3,3 kilosunu, şekere verecek demek.

Oysa;

başını sosyal medyadan, biraz kaldırsa,

Saray trollüğüne, bir süreliğine ara verse,

Kırk yılda bir, biraz işini yapsa,

bu maliyet, 78 liraya düşecek,

kovan başına, 1 buçuk kilo bal da, üreticinin cebinde kalacak.

Pek umutlu değilim ama,

yapıcı muhalefet anlayışımız doğrultusunda,

ben yine de, kısa dönemde ne yapmaları gerektiğini söyleyeceğim.

Hep söylüyorum, miri maldır, alsınlar, kullansınlar.

Yeter ki üreticimiz, daha fazla zarar görmesin.

Yeter ki sektör, rahat bir nefes alsın.

İlk olarak;

TÜRKŞEKER’e hemen bir talimat verin.

Bölgesel özelliklere göre arıcıların;

kovan sağlığı ve gelişimi için, ihtiyaç duyduğu şeker miktarını belirleyin.

O miktarları, TÜRKŞEKER’e bildirin.

TÜRKŞEKER de size, fabrika teslim fiyatı bildirsin.

Arıcılar, kayıt sistemi üzerinden gidip şekerlerini alsınlar.

İster birlikler üzerinden, ister platform üzerinden, isterlerse de, doğrudan alabilsinler.

Ayrıca;

Yangından mağdur olan çam balı üreticileri için;

Kuzey Ege bölgesinde, Basra Böceği yayılımına göre,

yeni konaklama alanları belirleyin.

Mağduriyetlerini dikkate alarak, kiralama bedellerini makul miktarlarda tutun.

Arıcıları o alanlara, güvenli bir şekilde yerleştirin, konforlarını sağlayın.

Aziz milletim;

Tüm bunların yanında,

dikkatinizi çekmek istediğim, bir başka konu daha var.

Ya TÜRKŞEKER olmasaydı?

Yani;

Ya özel sektör şeker fabrikalarında, 460-470 liraya varan, 50 kiloluk toz şeker fiyatı,

TÜRKŞEKER’de, 250-260 lira civarında olmasaydı?

Çiftçinin cebinden, sadece şeker girdisi üzerinden uçup giden,

1 buçuk kilo balın parasını, kimler ödeyecekti?

Elbette, biz ödeyecektik.

Yani sayın Erdoğan’ın aynı gemide olduğumuzu söyleyip,

kürek mahkumluğunu layık gördüğü vatandaşlar olarak,

bizler ödeyecektik.

Zamanında iktidarı uyardık.

“Şeker fabrikalarını böyle hoyratça özelleştirmeyin.” dedik.

Anlamadılar…

“Almanya’nın, yüzde 78’i,

Fransa’nın, yüzde 82’si,

Hollanda ve İngiltere’nin ise, yüzde 100’ünde,

şeker, kooperatifler tarafından üretiliyor.” dedik.

Dinlemediler…

“ABD’de, şeker pancarından şeker üreten fabrikaları,

Devlet, özel sektörden satın alıp, kanunla, kooperatiflere devretti.” dedik.

Duymadılar…

“Şeker fabrikaları, sadece tarımsal sanayi değildir.” dedik.

“Şeker fabrikaları, sadece şeker pancarı, ya da şeker de değildir.” dedik.

“Şeker pancarı, çiftçiyi tarlaya ve köye bağlayan,

ailenin tüm fertlerine, çalışma ve istihdam imkânı sağlayan,

yan ürünlerinin, tamamı değerlendirilen, katma değeri arttırıcı bir bitkidir.” dedik.

“Bütün tüketicileri, yüzbinlerce çiftçiyi, besiciyi arıcıyı, yem sektörünü,

kısacası, çoklu alanları ilgilendiren bir konudur.” dedik.

Ama yok, inatla burunlarının dikine gittiler.

Üstelik bunları, sadece biz de söylemedik.

Bütün bölge halkı söyledi.

Tokat söyledi.

Erzincan söyledi.

Erzurum söyledi.

Hatta Erzincan’daki üreticiler, güçlerini birleştirip;

“Burayı özelleştirecekseniz, biz alalım.” dediler.

Peki onlar ne yaptı?

Sırf bunun önünü kesmek için;

Paraları yetmesin diye, Erzurum ve Erzincan’ı, beraber özelleştirdiler.

Şimdi iktidardakilere soruyorum;

Eserinizle gurur duyuyor musunuz?

Özelleştirilen şirketleri alan, yandaş sermayeniz;

çiftçilerle yaptıkları sözleşmeye uymazken,

şeker fiyatlarını, istedikleri gibi belirlerken,

şeker pancarını, istedikleri fiyattan alıp, çiftçiyi iflas noktasına getirirken,

ortaya çıkardığınız bu enkazdan, gurur duyuyor musunuz?

Devletin elinde kalan şeker fabrikaları, şekeri, kilosu 5.3 liradan satarken,

özelleştirilen şeker fabrikalarının,

melas ve küspeden kazandıkları paranın yanı sıra,

şekeri de, kilosu 8 liradan satması, sizi hiç mi rahatsız etmiyor?

Çiftçi itiraz edip, özelleştirdiğiniz fabrikalarda, haklarını arayınca,

üzerlerine güvenlik güçleri gönderirken, hiç mi vicdanınız sızlamıyor?

Kımıl zararlısı bile, çiftçiye sizin kadar zarar vermedi.

Ama siz hâlâ, pişkin pişkin laf yetiştiriyorsunuz.

Eğer şeker pancarı üreticisine, biraz olsun nefes aldırmak istiyorsanız;

Ton başına 425 lira olarak açıkladığınız, pancar taban fiyatını, 800 liraya yükseltin.

Tarımsal girdiler,

yani, gübre, mazot, tohum ve ilaç fiyatları,

geçen yıla göre, 2-3 kat artmış durumdayken;

Önümüzdeki sene için koyduğunuz taban fiyatını, hemen şimdi uygulayın.

Tarım Kredi Kooperatifleri olarak,

14 Şubat’ta, büyük bir müjdeyle açıkladığınız,

yüzde 30’luk, kimyevi gübre indirimlerine rağmen,

serbest piyasada fiyatlar, Tarım Kredi fiyatlarının hâlâ altında.

Ayıptır, günahtır.

Allah aşkına, bir işi de doğru düzgün yapın.

Allah aşkına, çiftçinin, vatandaşın, dengesini daha fazla bozmayın.

Allah aşkına, bari giderayak,

biraz olsun, milletten yana tercihlerde bulunun.

Değerli dava arkadaşlarım;

Şimdi ben bu gerçekleri anlattım diye, Sayın Erdoğan bana çok kızacak.

Hatta hemen inkâr siyasetine sığınarak;

“Yalaannn” diyecek.

“İftiraaa” diyecek.

“Yaygara yapıyor” diyecek.

Ama ben yine, kendisini aziz milletimizin sesiyle yüzleştireceğim.

Biraz cesareti varsa, bizi dinlemeye devam etsin.

Çünkü;

Şimdi sırada, hem Sayın Erdoğan ve arkadaşlarının,

hem de havuz medyasının, korkulu rüyası olan bölümümüz var.

Bu hafta Milletin Kürsüsü’nde, arıcı bir kardeşimiz konuşacak.

Mustafa Yılmaz Bey aramızda.

Bugün anlattıklarımız, yalan mıymış, yaygara mıymış,

gelin hep birlikte dinleyelim.

Buyur, Mustafa kardeşim.

Söz de, kürsü de senindir.

Teşekkür ediyorum.

Aziz milletim;

Dikkatinizi çekmiştir, Sayın Erdoğan, son dönemde sık sık,

“Gönül ister ki, bizimle projelerle yarışacak bir muhalefet olsun.” diyor.

Alın benden de o kadar…

Gönül ister ki, karşımızda;

Bizimle kürsü şovlarıyla, hamasetle, veya havuz medyası operasyonlarıyla değil de,

Vizyonla, projeyle, liyakatli kadrolarla rekabet edecek, bir Ak Parti olsun…

Ama heyhat!

Maalesef yok.

Aradığımız Ak Parti’ye bir türlü ulaşamıyoruz…

İnanın, İYİ Parti olarak, bu durumdan, gerçekten çok ama çok müzdaribiz.

Gelin size, sadece son 1 yılda açıkladığımız projeleri sayayım.

İlk olarak;

Devlet ile millet arasında yıkılan köprüleri yeniden kuracak,

Hukukun üstünlüğünü ve adaleti inşa edecek,

İyileştirilmiş ve Güçlendirilmiş Parlementer Sistem önerimizi ortaya koyduk.

Ardından;

Yolsuzluğu ortadan kaldıracak, vergi yükünü azaltacak,

ve Türkiye’yi, blok zinciri teknolojilerinin merkezi konumuna getirecek,

yepyeni bir ekosistem olan, Artagan’ı tanıttık.

Sonrasında;

Milyonlarca çocuğumuzun, gıda ihtiyacını garanti altına alan,

Rüzgargülü Projemizin lansmanını yaptık.

Tarımda yeni bir atılım sağlayacak;

Atatürk Orman Çiftliği Tarım Bilimleri Akademisi Projemizi ortaya koyduk.

Eğitim kalitesini artıracak ve eğitimde fırsat eşitliği sağlayacak,

İyileştirilmiş Eğitim Programımızı açıkladık.

İYİ Kalkınma Kongreleri serimizi başlattık.

Bu kongrelerimizin ilk oturumunda,

Eşitlenen Türkiye vizyonumuzu;

Derin Yoksullukla, nasıl mücadele edeceğimizi,

İstihdamı nasıl artıracağımızı anlattık.

İkinci oturumunda ise, İstikrarlı Türkiye hedefimizi ortaya koyduk.

Üstü örtülen ekonomik sorunları teşhis ettik.

Ve tüm bu sorunları nasıl tedavi edeceğimizi açıkladık.

Demokrasiye dönüşün, hukukun üstünlüğünün,

Türkiye’ye, ne kadar büyük bir kaynak girişi sağlayacağını anlattık.

Kamudaki israfı engellemek için,

Kamuda Sıfır Bazlı Bütçe çözümümüzü açıkladık.

Yani özetle;

Neredeyse her ay, hesabı kitabı yapılmış, somut bir proje ortaya koyduk.

Ayrıca, hemen hemen her hafta, bir sektörün güncel sorunlarına dair,

kısa ve orta vadede uygulanmak üzere, somut çözüm önerileri getirdik.

Henüz iktidara gelmedik ama,

aslında iktidara ne kadar hazır olduğumuzu, cümle aleme ilan ettik.

Sayın Erdoğan;

Şimdi ben sana soruyorum:

Sizin ne projeniz var?

Sarayda bostan korkuluğu gibi oturmak dışında, ne projeniz var?

Mesela;

Yoksulluğu engellemek için, ne gibi projeleriniz var?

Gıda fiyatları iki katına çıktı.

Elektrik faturaları yüzde 125 zamlandı.

Benzin iki katına çıktı.

Mesela;

Hayat pahalılığını azaltmak için, milletin birikimine dadanmak dışında, ne projeniz var?

Blok zinciri teknolojileri tüm dünyada çığır açıyor.

Mesela;

Sizin Türkiye’yi bu alanda öncü yapabilmek için, ne hazırlığınız var?

Mesela;

Yolsuzluğu önlemek için, ne çare ürettiniz?

Finansal istikrar için, ne çözüm ürettiniz?

Kamuda israfı engellemek için, ne adım attınız?

Fırsat eşitliği için, adalet için, ne çözümünüz var?

Kadına şiddeti önlemek için, ne yaptınız?

Bu soruların hiçbirisine, somut bir cevap veremezsin.

Çünkü hiçbir şey yapmadınız.

Ortaya, yandaş beslemek dışında, dişe dokunur hiçbir proje koymadınız.

Biz;

elimizde hiçbir devlet imkânı olmadan, bu kadar çözüm ürettik.

Siz ise;

devletin sağladığı o kadar imkâna rağmen, tek bir çözüm üretemediniz.

Bir de hâlâ utanmadan o koltuklarda oturuyorsunuz…

Değerli dava arkadaşlarım;

Şimdiye kadar Ak Parti, iktidarını;

Toplumumuzu kutuplaştırıp, düşmanlaştırarak,

Milletimizin hassasiyetleriyle oynayarak,

Cumhuriyet değerlerimizle kavga ederek, korumaya çalıştı.

Ama artık her şey değişti.

Çünkü bir şey değişti, ve her şey değişti.

İYİ Parti, Türk siyasetindeki, bütün taşları yerinden oynattı.

Hatırlayın, 25 Ekim 2017’de sizlere ne söylemiştim?

“Bu bir iktidar yürüyüşüdür…

Bu insanımız için, bir özgürlük yürüyüşüdür….

Bu devletimiz için, bir itibar yürüyüşüdür….

Bu milletimiz için, bir demokrasi yürüyüşüdür….

Bu, güçlü Türkiye yürüyüşüdür…” demiştim.

Ve işte, bugün buradayız.

İlk günkü heyecan ve coşkumuzla,

ama her zamankinden daha büyük ve daha güçlü,

torunumun deyimiyle, kocaman bir aile olarak,

İşte bugün buradayız.

Milletimizle yan yana, omuz omuza,

Sırtımızda Atamızın mirası,

Önümüzde güçlü, zengin ve mutlu bir Türkiye hedefimizle,

İşte bugün buradayız!

Vizyonumuzla, projelerimizle, kadrolarımızla,

İYİ Parti, bugün burada, dimdik ayakta.

Yüce Allah’a şükürler olsun ki, iktidar artık ufukta göründü.

Hiç merak etmeyin, çok az kaldı!

Güneşli günlere, umutlu yarınlara, inanın çok az kaldı.

Ülkemizi yönetmek için, biz hazırız!

Milletimizin sıkıntılarını, biz çözeriz!

Ve Cenabıhak şahidim olsun ki, mutlaka çözeceğiz!

Allah, birliğimizi daim, yolumuzu açık etsin.

Sağ olun, var olun, Allah’a emanet olun."

Hibya Haber Ajansı