İYİ Parti Genel Başkanı Merak Akşener partisinin TBMM'deki grup toplantısında gündeme dair açıklamalarda bulundu. Akşener açıklamasından şu ifadelere yer verdi:

"COVID süreci, iktidar tarafından maalesef yönetilemedi.

Maddi-manevi çok ağır bedeller ödedik.

Olmaması gereken can kayıpları yaşadık.

Sevdiklerimizi kaybettik.

Aşı tedariği ise, bu sürecin en ağır fiyaskosu oldu.

İktidar, büyük bir beceriksizlik göstererek,

bir türlü, alternatifli bir aşı sepeti oluşturamadı.

Çin aşısını zamanında getirip, insanlarımızı aşılayamadıkları gibi,

en etkili aşı olarak bilinen, Biontech aşısını da,

Uğur Şahin ve Özlem Türeci Hocalarımızın, özel gayretlerine rağmen,

son günlere kadar temin edemediler.

Halbuki Biontech aşısını, zamanında, büyük miktarda ve uygun koşullarda alabilir,

böylece, şu ana kadar, nüfusumuzun en az yüzde yetmişini, aşılamış olabilirdik.

Daha da önemlisi, çok sayıda insanımızın, hayatlarını kurtarmış olabilirdik.

Ama, iktidarın becerikli ellerinde, maalesef bunu başaramadık.

Bugün geldiğimiz noktada ise,

Uğur ve Özlem Hocalarımızın, memleket sevgisiyle aldıkları inisiyatif sayesinde,

nihayet Türk Milleti, aşısızlık sarmalından ve yeni dalgalardan, kurtulma sürecine girdi.

Allah onlardan razı olsun.

Uğur Şahin ve Özlem Türeci Hocalarımız,

COVID’e karşı mRNA aşısını bularak, insanlığa çok büyük bir hizmette bulundular.

Bunun yanında, hocalarımızın, kanser araştırmaları konusunda da,

büyük ilerlemeler kaydettiklerini biliyoruz.

Yani, COVID 19 salgını söz konusu olmasaydı da,

kanser çalışmaları nedeniyle, bilim çevrelerinde, dünya çapında bir prestije sahiplerdi.

İşte o nedenle bugün, İYİ Parti grubu olarak,

Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin,

Türklerin gururu olan, bu iki bilim insanımızı,

insanlığa ve bilim dünyasına yaptıkları katkılardan dolayı,

Nobel'e aday göstermesini talep edeceğiz.

Uğur Şahin ve Özlem Türeci, bizler için unutulması imkansız,

Türk Milleti’nin, ebediyen gururla anacağı, vefalı evlatlarıdır. 

Bu önemli talebimize, meclisteki tüm partilerin desteğini bekliyoruz.

Bugün 16 Haziran Kamu Çalışanları Günü.

Kutlu olsun.

Devletimizin her kademesindeki kamu emekçilerimiz,

3600 ek göstergeden, enflasyona ezdirilen maaşlarına ve özlük haklarına kadar,

büyük kayıplar yaşıyorlar.

O nedenle, yılda bir gün hatırlanmak yerine,

haklarının teslim edilmesini beklediklerini de biliyorum.

Buradan kamuda çalışan kardeşlerime seslenmek istiyorum;

İYİ Parti iktidarında, bu sorunların hepsini çözeceğiz.

Gasp edilen haklarınızı teslim edeceğiz.

Onların tutmadığı sözleri, biz tutacağız.

Sözümüz söz.

İçiniz rahat olsun.

İktidarın memleketin her kritik meselesinde yaşadığı savrulmalardan artık bıktık.

Biz bıktık, ama onlar savrulmaktan bıkmadı.

Biliyorsunuz, Sayın Erdoğan, geçtiğimiz Pazartesi NATO Zirvesi’ne katıldı.

Daha düne kadar, verip veriştiği NATO, bir anda değerli oluverdi.

Daha Pazar akşamına kadar, bakanlarından tutun da, atanmış bürokratına kadar,

bu arkadaşların tamamı, “Muhalefetin dostu Biden” diyorlardı.

Hayın Biden diyorlardı, zalım Biden diyorlardı.

Sonra ne oldu?

Pazartesi oldu ve basın toplantısında, Sayın Erdoğan, Amerikan Başkanı için ne dedi?

“Dostum Biden” dedi.

Dünün “eyyyy Biden’ı”, bugünün “Dostum Biden’ı” oluverdi.

İşte size, Sayın Erdoğan’ın bipolar dış politika anlayışının son örneği…

İşte size, kanka diplomasisinin Türkiye’yi getirdiği son nokta…

Allah sonumuzu hayretsin.

14 Haziran günü iktidarın besleme medyası bir başlık atmıştı.

Buna göre Sayın Erdoğan, aynen şöyle diyordu;

“NATO Zirvesi’nde Biden’a, 24 Nisan Soykırım iddiasını da soracağım.”

Yani arkadaş oraya, had bildirmeye gidiyordu.

Yani arkadaş oraya, hesap sormaya gidiyordu.

Sorabildi mi?

Soramadı.

Soramadığı gibi, bir de basın toplantısında,

“Hamdolsun, 24 Nisan konusu gündeme gelmedi.” dedi.

Şu zayıflığa bakar mısınız?

Hesap soramadığı gibi, bir de hamdolsun çeken şu ezikliğe bakar mısınız?

Büyük düşman Biden’dan, Dostum Biden’a savrulan şu ruh haline bakar mısınız?

Arkadaş, böyle bir yüzsüzlük olabilir mi?

Böyle bir ciddiyetsizlik olabilir mi?

Böyle devlet insanlığı olabilir mi?

Yazıklar olsun!

Biz, ilişkimiz olan tüm ülkelerle,

müşterek çıkarların öne çıkartıldığı, ticaretin öncelendiği,

kurumsal bir çerçevede sürdürülen, onurlu ilişkileri destekleriz.

İsteriz ki, bölgemizdeki ülkelerle, Avrupa Birliği’yle, Amerika’yla olan ilişkilerimiz de,

bu ciddiyetle, bu tutarlılıkla sürdürülsün.

Sürdürülsün ki, böylece Türkiye,

ekonomik coğrafyasının potansiyelinden, en üst seviyede faydalanabilsin.

Bizim dış politika ve diplomasi anlayışımız, işte budur.

O nedenle;

bu arkadaşların garip zihniyetleri doğrultusunda,

iç politikada siyasi rant devşirmek için, ilişkileri gerim gerim gerip,

sonra da, sözde soykırım yalanı açıklamasını, yutma pahasına yaptıkları,

bu fantastik geri vitesin sonucunda, olacakları gerçekten merak ediyorum.

Mesela;

Geçtiğimiz hafta,

ABD’yi, Türkiye’nin en büyük milli güvenlik sorunu olarak ilan eden, havuz medyası,

bu yakınlaşmayı nasıl yorumlayacak, merak ediyorum.

Mesela;

S-400’lerin, bir şekilde kullanım dışı bırakılması durumunda,

yıllardır, adeta Rusların amigoluğunu yapan siyasetçi ve gazetecilerin,

nasıl tepki vereceğini merak ediyorum.

Mesela;

Rus donanmasının, Doğu Akdeniz’e girişini savunanların,

veya Çin’le Türkiye’yi, stratejik ortak haline getirmek isteyenlerin akıbetini, merak ediyorum.

Mesela;

“15 Temmuz’un arkasında Amerika var.” diyen,

ve son günlerde nedense pek ortalıkta gözükmeyen,

İçişleri Bakanı’nın tutumu ne olacak, merak ediyorum.

Küçük ortak, siyasi kıvraklıkta, Sayın Erdoğan’a uyum sağlamış görünüyor.

Kendisinin, daha önce sineye çektiklerini göz önünde bulundurunca,

sözde soykırım yalanını da, sineye çekmesini yadırgamıyoruz.

Ama mesela, minik ortak bu işlere ne diyecek, gerçekten merak ediyorum.

Amerikan Başkanı ile yapılan görüşmenin sonuçlarını,

zaman içinde daha iyi analiz edebileceğiz.

Edebileceğiz diyorum,

çünkü bu arkadaşlar, devlet geleneğimizi alt üst ettikleri için,

Milletin Evi, Gazi Meclisimizi bilgilendirmek akıllarından bile geçmiyor.

O görüşme, eğer ülkemiz için kritik bir görüşmeyse,

milletimizin de, meclisi aracılığıyla, ne olup bittiğini bilmeye hakkı var.

O nedenle, buradan iktidara çağrıda bulunmak istiyorum:

Buyurun gereğini yapın.

Hem devlet ahlakı,

hem de milletimizin size verdiği görevin sorumluluğu, bunu gerektirir.

Bu son olayda bir kez daha gördük ki,

Türkiye, her geçen gün derinleşen bir yönetim kriziyle karşı karşıya.

Bunu dış politikadan, ekonomiye kadar her alanda, tüm gerçekliğiyle yaşıyoruz.

Oysa asıl acı olan ne, biliyor musunuz?

Türkiye kaynakları olan,

çok büyük potansiyeli olan bir ülke.

Aslında, güçlü, zengin ve mutlu bir Türkiye için,

ihtiyacımız olan her şeye sahibiz.

Yaşadığımız ekonomik sorunlara, yokluğa, fakirliğe bakmayın.

Dış politikadaki savrulmalara bakmayın.

Pandemi yönetimindeki beceriksizliklere bakmayın.

Vesayet altındaki bürokrasiye,

tatile çıkmış adalete,

mahkum edildiğimiz huzursuzluğa bakmayın.

Türkiye, gerçekten büyük bir ülke.

Türkiye’nin kaynakları, her bir vatandaşını refah içinde, huzur içinde yaşatmaya yeter.

Bütün mesele,

Memleketi yönetenlerin, bu zenginliği kimin için kullandığı.

Milleti için mi, yoksa o 5 müteahhit için mi kullandığı?

Gençleri için mi, yoksa beş maaşlı kifayetsiz danışmanları için mi kullandığı?

Esnafı, çiftçisi, emekçisi için mi, yoksa eşi dostu akrabası için mi kullandığı?

Yani aslında bütün mesele, bir tercih meselesi.

İktidar milletin çıkarlarını mı tercih ediyor,

yoksa kendi koltuklarını mı tercih ediyor meselesi.

Bu kadar basit.

Bu iktidarın tercihleri gösteriyor ki,

Sayın Erdoğan ve arkadaşlarının, artık milletimize verecek bir şeyi kalmamıştır.

Nitekim dün, “Kimsesizlerin kimsesiyiz” diyerek iktidara gelenler,

bugün, milletin yaşadığı zorluklarla dalga geçecek,

açlığıyla kafa bulacak noktaya geldi.

Gerçekten ibretlik.

Biliyorsunuz, sözde milletin adamı, geçen hafta grup toplantısında;

Bizi kastederek, “Aç olanları da, buyurun siz doyuruverin.” dedi.

Bu, tarihe geçecek nitelikteki sözler;

Kibrin,

Milletine yabancılaşmanın,

Gerçeklerle bağını koparmanın,

Kendisine güvenip, oy veren, aziz milletimize yapılan apaçık bir ihanetin, ibretlik resmidir.

Bilge Kağan der ki;

“Açları doyurdum, çıplakları giydirdim.

Yoksul milleti zengin kıldım.

Az milleti çoğalttım.

Artık kötülük yok.”

Türk’ün o kutlu hakanının devlet anlayışından,

bugün geldiğimiz noktaya bakar mısınız?

“5000 yıllık devlet geleneğimiz var.” dediğimizde, bize gülenlerin,

“O açları da siz doyuruverin” diyebilen, utanmazlığına bakar mısınız?…

Zihniyetiniz batsın!

Yazıklar olsun!

Sayın Erdoğan;

Ağzından çıkanı kulağın duysun.

Sen bu ülkede, iktidarın başısın.

Vatandaşın dertlerini inkar edemezsin.

Milletimizin zor durumuyla dalga geçemezsin.

Türkiye’de, tek bir vatandaşımız bile, geçim sıkıntısından geceleri uyuyamıyorsa,

sen de uyumayacaksın.

Türkiye’de, tek bir insanımız bile, yatağına aç giriyorsa,

sen de tok yatmayacaksın.

Türkiye’de tek bir gencimiz bile işsizse,

ona iş bulacaksın.

Emeklimiz, çiftçimiz, memurumuz, çalışanlarımız zor durumdaysa,

gerekeni yapacaksın.

Sen işini yapmıyorsan,

milletten aldığın yetkiyi, sarayda sefa sürmeye kullanıyorsan,

milletimizin derdinin vebali de, utancı da sana aittir.

Senin iktidarına,

senin bu milletin başına bela ettiğin, bu ucube sisteme aittir.

Bu kadar basit.

Bu gaflet dolu sözler, aslında bir itiraftır.

Sayın Erdoğan aslında, “Benden bir yol olmaz.” diyor.

“Ben sefaya öyle bir alıştım ki,

artık benden fakire, fukaraya, işsize, bir fayda dokunmaz.” diyor.

“Beni salın, bana dokunmayın.” diyor.

 

Hibya Haber Ajansı